Şehit Hêvî Gabar
Kod Adı: Hêvî Gabar
Adi Soyadi: Gulistan Aksoy
Doğum Tarihi ve Yeri: 25.01.1987 Bağyaka (Baqistan), Savur, Merdin
Partiye Katıldığı Tarih ve Yeri: 2002
Şahadet Tarihi ve Yeri: 26.07.2020 Avrupa
Gülistan Aksoy sonsuzluğa uğurlandı
2002’de Kürt özgürlük mücadelesine katılan Gülistan Aksoy (Hêvî Gabar), tedavi gördüğü Almanya’nın başkenti Berlin’de geçirdiği rahatsızlık sonucu 26 Temmuz’da yaşamını yitirdi. Cenazesi önceki gün kargo uçağıyla gönderildiği memleketi Mêrdîn’de defnedildi.
25 Ocak 1987’de Merdin’in Savur ilçesine bağlı Bağyaka (Baqistan) köyünde doğan Gülistan Aksoy, 2002 yılında Kürt Özgürlük Mücadelesine katıldı. Uzun süre gençlik ve basın çalışmalarında yer alan Aksoy, daha sonra gerillaya katıldı. 2014’ten itibaren DAİŞ’in Rojava’ya saldırması ile beraber yönünü buraya çevirdi.
Rojava savunmasında yaralandı
2014 yaz aylarında Til Koçer cephesinde DAİŞ’e karşı savaşırken bacağında yaralandı. Bir dönem tedavi gördükten sonra yine savunma cephesine döndü.
2015’te Serêkaniyê yakınlarında DAİŞ’in döşediği mayına basarak ağır yaralandı. Mayıs 2017’de tedavi amacıyla Almanya’da defalarca ameliyat geçirdi. Tedavi sürecinden dolayı bünyesi çok zayıflayan Aksoy, 26 Temmuz’da geçirdiği rahatsızlık sonucu yaşamını yitirdi.
Cenazesi Almanya’dan memleketi Mêrdîn’e gönderildi. Ailesi ve arkadaşlarının katılımıyla Stêwr’in Baqistan Mahallesi’ndeki mezarlıkta toprağa verildi.
Vegera Hevî ya da umudun dönüşü
Yaralanmasının ilk aylarında yaşamla adeta kavga etti, karşısında durdu, inatla direndi, tıpkı mücadele yıllarında olduğu gibi… Hayatta kalabilme coşkusu, arkadaşlarına da adı gibi umut veriyordu.
Yaralı ve yaralarından ötürü çekingen, sessiz ve bazen de öfkeli olan Hevî… Onu son yıllarda tanıyanlar, biraz bu yönüyle tanımış veya görmüş olabilirler fakat bir sevgi, kavga ve direniş kaynağıydı. Onun sessizliği ve çekingenliğinin altında inatçı bir Apocu öfke vardı. Öfkeyle dolup taşan yanımızdı Hevî, öfkeli olan umudumuz… Tedavi olmak için geldiği Avrupa’yı pek sevmedi. Aklı ve fikri, iyileşip yeniden ait olduğu köklere, Rojava’ya, ülkesine dönüşteydi. Şimdi hakkı ile teslim edilmiş 18 yıllık devrimci hayatı boyunca anlamlı bir yaşam arayışından sonra, Aborjinler’in deyimiyle “eve döndü” …
Kültürler ve inançlar meskeni Mardin’in Savur ilçesinde gelmişti dünyaya. Savaşın kızıştığı ve Kürt düşmanı devletin azgınlaştığı yıllarda ailece İstanbul’a göç etmişlerdi. 2002’de özgürlük mücadelesi ile bağ kuran Hevî, hayatında bir dönüm noktası olacak olan 2015’teki yaralanma sürecine kadar çok sevdiği ülkesi Kürdistan’ın taşını toprağını devrimci bir heyecanla arşınlamıştı.
***
2015’te Rojava’da ruhu kararanlara karşı savaşırken aldığı derin yaraya rağmen hayata tutunuşunu, tanışları “muzice” olarak adlandırmıştı. Yaralanmasının ilk aylarında yaşamla adeta kavga etti, karşısında durdu, direndi, inat etti, tıpkı mücadele yıllarında olduğu gibi… Yaralıyken, hayatta kalabilmesi için inadı, ısrarı ve coşkusu başka arkadaşlarına adı gibi umut veriyordu. Bu süre içerisinde beraber kaldığı Nûpelda, Şîlan, Zîlan ve diğer birçok arkadaşı için bir umut ve ilham perisiydi. “Ondaki inatçılık, yaşam sevinci ve kavgaya yeniden dönüş ısrarı, bende yaralarımın iyileşebileceğine olan inancı diri tuttu. Sadece adı değil, kendisi de bizim için bir umuttu…” sözleriyle tarif ediyordu mücadele arkadaşı Nûpelda.
Küçük bedenine sığdırdığı o kocaman yüreği ile daima güzellikler peşindeydi… Geçirdiği onca ameliyat çok zorladı. Bünyesi, bedeni ve direnci belki de bunu daha fazla kaldıramadı ama size, yaralanmadan öncesini anlatalım… Bu anlatım sizi bir umut, sevgi ve özlem yolculuğuna çıkaracak, çünkü Hevî orada gizli.
***
Bir çılgın, deli dolu yaşayan bir serüvenci, bir kavga kadını… Kavga kadını nasıl oluyor, derseniz; Kürdistan’a, Kürdistan’daki dağlara, ovalara ve dört bir parçasındaki mevzilere bakın, deriz… İşte Hevî buradaki bin bir kadından sadece birisi ama tümünün bileşkesi gibi… O, tozu dumana karıştıran, çakal ordularına korku salan, çılgınlar gibi kavga eden, tarih yazan ve mücadeleleri ile dünyada vicdan sahibi olan her insanda saygı, sevgi ve hayranlık uyandıran kadınların yoldaşı…
Hevî Gabar… Dağ ve Gabar sevdalısı bir kadın… 4 Nisan 2004’te Kandil’in Şehit Harun Tepesi’nde sözleşmişti bir grup serüvenciyle; “Dağılacağız, gideceğiz, kavga edeceğiz ama 2020’nin 4 Nisanı’nda burada, yine bu dağda tekrar buluşacağız” dediler…
Orada sözleşen serüvenciler düştü yollara… Devrim, Baz, Tavger, Jindar, Agir, Dîrok ve Serdem farklı zaman ve mekanlarda kavgada toprağa düştüler… Kalanlar ise sözün özüne uygun yaşayıp, kavga ettiler, kavgadalar… 4 Nisan 2020 için kararlaştırılan bu buluşma, mücadele koşullarından kaynaklı söylenen yerde gerçekleşmemiş olsa da bir yolu bulundu, bir paylaşım ortamı ve olanağı sağlandı…
Hevî, bu paylaşım içerisinde, adını yakıştıran serüvencilere, dağlılara şöyle yazmıştı: “Bazı mekan ve zamanlar taşıdıkları niteliklerinden dolayı insanda derin izler bıraktığını biliyoruz. Benim de hafızamı ve benliğimi oluşturan, sağlam bir temele dönüşen iki dönemim var. Biri doğma şansını bulamadığım köyümde, daha sonra çocukluğumda geçirdiğim iki yıl ve diğeri ise 2003-2004 yıllarında Ş. Harun’da geçirdiğim zamandır. Sanki ben bu zamandan ibaretmişim gibi bir his var benliğimin derinliklerinde… ‘Yaşadım’ diyebildiğim en etkili ve en derin iz bırakan anlar ve zamanlar bu döneme ait… Bugüne gelme düşü olan ve gelemeyen can dostları ve yoldaşları özlemle anıyor, hepinizi sevgiyle kucaklıyorum.”
***
Şairin dediği gibi “Biraz da serüvendi yaşamak / Belki yatkındı büyük yolculuklara / Ki serüvenler daima büyük aşklar / Ve büyük yolculuklarla başlar”. O, dağlı serüvenciler ile kurduğu bağda bir gıdım zayıflamayı yaşamadı. Bir gün tereddüt etmedi yolculukta… Sevgi ve özlemi hep dağlı idi… Dağ sevgisi hep duru, temiz ve heybetliydi…
2004’te dağlar ile vedalaşıp gençlik çalışmaları için metropollere geri dönmüştü. Gittiği yerlerde, dokunduğu insanlarda iz bırakmayı ve kendini sevdirmesine sevdiriyordu ama o buraları değil, dağları ve dağlıları seviyor, özlüyor ve arıyordu. Hasretin bittiği dem gelmişti…
2006’da sevdiği ve çok özlediği yoldaşları ile Kandil’de yeniden buluşmuştu. Yine sorumluluk üstlenme, geri dönme vaktiydi. Geçiş hattı olarak kullandığı İran’da gözaltına alınmış, yaklaşık bir yıl tutuklu kalmıştı. Baskıcı ve kadın düşmanı rejimin zindanlarında, beraber kaldığı tutsak kadınları da örgütleyip açlık grevine başlamıştı. Bir sohbetinde arkadaşlarına Azeri, Fars ve diğer halklardan kadınları, dil bilmeden nasıl örgütlediğini kahkahalar eşliğinde anlatmıştı. İran devleti bir yıl tutsak ettiği Hevî’yi Türkiye’ye teslim etti. Hevî bir yılı aşkın bir süre de Türk cezaevinde tutuldu. Özgürlüğüne kavuştuğunda ise mücadelesini kaldığı yerden sürdürdü.
Bu kez ise arayış ve kavgasını farklı bir mecraya taşırmıştı. Yalan ve yanlış karşısında hakikatleri savunan bir gazeteciydi artık. Çok güzel Kürtçe konuşan Hevî burada haberler yazdı, editörlük yaptı. Editörlük yaptığı yerde birçok çalışma arkadaşı yaş olarak büyük olsa da kendisini onlara sevdirmeyi ve kabul ettirmeyi de başarmıştı. Amed’de tam da herkes bu güzel, küçük devrimci gazeteciye alışmıştı ki, Türk devletinin tutuklama tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Sanki bunu istermişçesine, güle oynaya yönünü Mart 2011’de tekrar özgürlük mekanlarına vermişti.
***
Dağlara ve dağlılara kavuşma heyecanını çığlıklar ile ifade etmişti, çünkü bir daha istemediği o yerlere gitmeyecek, dilediği yerde kalacak ve mücadele edecekti. Akabindeki yıllarda arayışı ve serüvenciliği onu Rojavayê Kurdistan’a taşıdı.
O, ufak bedeninde büyük başarılar yaratan bir devrimci, bir şervan ve kavgacı bir kadındı… O Rojava’da hayat bulun kadın devriminin isimsiz fedakarlarından ve de kahramanlarındandı…
Şairin “Büyük aşklar yolculuklarla başlar / ve serüvenciler düşer bu yollara ancak” dediği serüvencilerdendi Hevî… Adeta “Nerede beklenirlerse ordaydılar / bir kez bile gecikmediler ömür boyu” şiirinin dizesinden sonraki “Neydi onları oradan oraya / savurup duran şey” sorusunun yanıtını vermek için kavga ediyordu Hevî…
“Onun bulunduğu birlikte kalmak, kavgada yer almak bir ayrıcalık gibiydi” diyor yol arkadaşı Agirîn… Kahkahalar ve parlayan gözler ile sürdürdüğü anlatımında “Hevî’nin olduğu yerde coşku, heyecan, inatçılık ve bitmez tükenmez bir yoldaşlık sevgisi vardı daima…”
Hevî, Türk devletinin “temsili ordusu” kara çakallar sürüsüne karşı cephede yerini almıştı. Talimat ile ileri sürülen çakallara karşı, Hevê cephede ancak yoldaşlarının talimatla geride kalması sağlanabiliyordu. 2014 yaz aylarında Til Koçer cephesinde DAİŞ’e karşı savaşırken bacağında yaralandı. Tedavi olur olmaz soluğu hızlıca mevzi arkadaşlarının yanında almıştı. İnatçılığı ile civarda hem nam salmış hem de hayranlık uyandırmıştı.
Kavgada tereddüt etmeyen o küçük bedene, arkadaşları büyük umutlar sığdırıyordu. Bazen melankoliye dalsa da çocuksu yüzünde tebessüm ve parlayan gözleri eksilmeyen bir süvari gibiydi. İlk yaralanmasından bir yıl sonra bu kez de 2015’te Serêkaniyê cephesindeydi. Coşku, heyecan ve inatçılığında zerre kadar bir farklılık yoktu…
O yıl Kobanê’de direnen özgürlük savaşçıları, DAİŞ saldırılarına karşı büyük zaferini ilan etmişti. Serêkaniyê ve Kobanê taraflarından Girê Spî’ye doğru ilerliyordu şervanlar. DAİŞ’in işgal ettiği yerler bir bir özgürleştiriliyordu. 2015 baharının son günleriydi. O zamanlarda Serêkaniyê yakınlarında bulunan Hevî, DAİŞ’in döşemiş olduğu tuzak mayının patlaması sonucu yaralanmıştı. Yaraları o kadar ağırdı ki, mucizevi kurtuluşu ve bu zamana kadar yaşayışını arkadaşları inadına ve yaşam sevincine bağlamıştı.
***
Düşmanına sokakta, dağda, şehirde direndi Hevî. Son yıllarda ise direnişi ölüme karşıydı ve ölümü defalarca yendi: Doktorların “atlatamaz” dediği ameliyatlardan defalarca çıktı, “çıkamaz, bünyesi kaldıramaz” denilen yolculukları atlattı. Topraklarına dönüş umuduyla inadına yaşamayı başardı.
Mektuplar, yazılar ve şiirler yazan, günlük tutan Hevî, kah şiir okur kah bir şarkı mırıldanırdı. Yoldaşlar ortamında yapılan moral gecelerinde halaya tutuşan olur, şiirleri okur, sunumu yapardı… Bu yönü ile aslında okuyucusu “az” bir yazar, dinleyicisi “seçkin” bir sanatçı ve seveni çok bir devrimcidir…
Gülistan Aksoy olarak çocukken, sadece iki yıl kalabildiği Mardin Savur’a bağlı Bağyaka köyüne vasiyet ettiği gibi, dağ ve yoldaş sevdalısı Hevî Gabar olarak döndü. Aborjinler “Biz bu zamana ve yere misafiriz. Geçip gidiyoruz. Amacımız, gözlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek ve sonra eve geri dönmek” diyorlar… Hevî, halklar bahçesinin en görkemli çiçeklerinden olan Kürtlerin asi bir kızı olarak gözlemleyen, öğrenen, büyüyen ve seven bir serüvenci olarak “eve” döndü…
O, Önder Apo’nun devrimci bir öğrencisi olarak 18 yıllık mücadelesi boyunca üzerine düşeni soluk soluğa yapmıştır; gerisi yazılacak olan tarihtir… Bilinmelidir ki, tarih hükmedenleri değil, direnenleri yazacak… O şirin, küçük hevala Hevî, direnenlerdendi. Dolayısıyla baskı ve zulmü halklara bir kadermiş gibi dayatanlara karşı görkemli direnenlere, kavga edenlere, itiraz etmeyi öğretenlere, serüvencilere, Hevîler’e ve Hevî’ye selam olsun…
Yıldızların yoldaşı Hevî için annesi Hizna Ana, “o duru bir su gibiydi” dedi. Bu duru suyun kaynağı için sorduk serüvencilerden birine, “ekleyecek bir şey var mı?” diye… “Yok” diyor, “O sadece sevgi, direniş ve umut kaynağıydı sevenlerinin…” Baharda bekliyoruz seni Hevî, akan duru suların can verdiği bin bir çiçekte koklayacağız seni… “Dağlarımız yeşerecek” göreceksin, göreceksiniz…