Genel
İşbirliği Temelinde Gelişen Sınıflaşma ve Üst Tabakanın Oluşumu
Felat Serhed
İslamiyet kendisini Araplaşma temelinde derinliğine nüfus ettirirken, bunun bedeli Kürt toplumu açısından kırıcı ve yabancılaştırıcı olmuştur.
Kürtler halk olarak bu süreçte, derin tahribatlar ve yıkımlar yaşamışlardır. Karakteri gereği aşiret reisliği, beylik ve şeyhlik kurumları, Arap etkisinden dolayı dar aile çıkarlarıyla sınırlı bir ufka sahiptir. İslamiyet, Kürt egemen sınıfını Hıristiyan halka karşı güçlü bir konuma getirmiştir. İslam devleti sayesinde bu halkların aleyhinde birçok olanağa sahip olabilmişlerdir. Sanıldığının aksine bunlar din dogmalarına çok inandıkları için Müslüman olmamışlardır. Dogmatizmin örtüsü ve katı inanç ortamında maddi çıkarlarını ve siyasal güçlenmeyi çok iyi sağlayabileceklerini bildikleri için resmi İslam’a sıkıca sarılma gereğini duymuşlardır. Nasıl ki uzak tarihte Kürt diye bugün tabir edeceğimiz kesimler Sümerceyi özümsediyseler, yine Asurlar döneminde ve tabiî ki Helenler döneminde de olduğu gibi üst sınıflar, işgalcinin dilini ve kültürlerini aynen öyle özümsediler. Bunun karşısında alt sınıflar, aşiretin sıradanları, tebaa diye bilinenler, günlük yaşamda halk diye tabir edilenler kendi dil ve kültürlerinde nasıl ısrarcı olduysalar; aynen o biçimde, ancak karşıt temelde Araplaşmayı yaşayan üst ve egemen sınıf olmuştur.
Üst sınıf çıkarı gereği kendi geçmiş şeceresini, Arapların herhangi bir ailesine kadar götürebilmiştir. Hatta kimisi Hz. Muhammed’in soyundan olduğunu, seyitlikle göstermeye çalışmıştır! Örneğin bir Bedirxan Bey, kendi soyağacını Halid Bin Velid’e kadar dayandırır. Benzer bir şekilde Hakkâri civarında bulunan kimi aşiretlerde, aynı yolu seçerek Halid Bin Velid’ten geldiğini söylerler. Bugün Kürdistan’ın birçok yerinde, örneğin Hz. Ali’nin atı olan Düldül’ün nasıl iz bıraktığından bahsedilir. Dahası çeşitli dergâhlardaki Pirler, kendi soyağaçlarını Hz. Ali’ye kadar götüre biliyorlarsa, orada aslında olup bitenin büyük bir yabancılaşma, kendinden utanma ve kendinden kaçmanın ruh halinin yaşanması söz konusu demektir. Halbuki Alevilik, Başkan Apo’nun değerlendirdiği gibi: “İslam’ın ilk fetih darbeleri karşısında teslim olmayan kabilelerle Zerdüştî din adamları, tarihte hep olduğu gibi dağların yükseklikleri ve derinliklerine çekilip direnişlerini uzun süre sürdürmüşlerdir. Direnişleri radikal ve sürekli olan başlıca kesimler, Aleviler ve Zerdeştîler olarak, ya Sünni İslam’la zıt olan bir İslam’ı ya da hiç İslamlaşmamayı tercih etmişlerdir. Dağlarındaki mekânlarından da anlaşılmaktadır ki, Alevilik geleneksel direnişçi, kültürel varlığını koruyan, asimilasyonu küfür sayan ve kendi kültürel varlıklarıyla uyuştuğu ölçüde İslam’ı kabul eden radikal kesimin inanç kültürüdür.” Böyle olmasına rağmen kendisini başkalarıyla izah etmeye çalışmanın, gerçekten de üzerinde ciddi olarak düşünülmesi gerekli bir husus olduğu açıktır.
Devam edecek olursak, asimilasyon ve yabancılaşma salt bu durumla sınırlı kalmamıştır. İsimlerden tutalım, unvanlara ve giyim-kuşama kadar yaşamdaki neredeyse her şey Araplaştırılmıştır. Bugün şeyhler, emirler, seyitler yine Kürt nüfusu içindeki Hasan, Hüseyin, Ali, Osman, İsmail, Ömer, Bekir vb. isimler hep bu kültürden kaynağını alır. Toplumların ya da halkların birbirlerinden etkilenmesinin elbette ki yadırganacak bir yanı olamaz. Ancak kraldan daha kralcı kesilerek, tüm topluma ona ait olmayan bir gerçekliği empoze ettirme sadece ve sadece ihanet ve işbirlikçilikle izah edilebilir. Bu sınıfların aileleri üzerinde oynandı mı, her tür istismara açık olup beklenmedik isyanlarla teslimiyetleri iç içe yaşamaktan çekinmez veya kurtulamazlar. Bu egemenler eliyle girişilen ilişkiler, esas itibariyle bu tarz benzer sonuçların yaratılması için halka dayatmayı, halkı alçaltmayı bir kural haline getirmişlerdir. Öyle ki, Kürtlerin kendilerini Kürt olarak ifade etmelerine rağmen, Kürtlere ancak Arapça tanımlamayla ‘Ekrad’ denilmesi özü itibariyle benzer bir tahrifattır.
Bir bütün olarak feodal Ortaçağ’ın kültürel etkisi altındaki Kürtler, feodal sınıflaşmayı yaşadıkları oranda özgür yaşamda bir gerilemeye uğramışlardır. Feodal kölelik, aşiret özgürlüğünün sürekli aleyhinde gelişme sağlamış, zihniyet yabancılaşmasında önemli bir yer tutmuştur. Birçok Kürt aydını çıksa da işbirlikçi devlet eğilimlerinden ötürü, kalıcı bir etki bırakmamıştır.
Özcesi feodalizmle oluşan üst tabaka, amiyane tabirle tam bir uşaklaşmayı kendisine yedirerek oluşmuştur. Oluşum mayasında uşaklık ve işbirlikçilik bulunduğu için karakteri kaygandır, değişkendir ve yalpalanmaya açıktır. Özünden uzaktır ve yabancıdır. Başkasına özenme, kendisinden nefret etme, kendi değerlerinden kaçma hep bu oluşumdan kaynağını alır. Başkası için var olduğundan, hep kullanılmaya müsait pozisyondadır. O kadar kendisine yabancılaşmıştır ki, kendi çıkarını düşünmez. İstese de düşünemez. Aklından bile geçirmez. Beyinler adeta örümcek ağlarıyla örülmüştür.
Sonradan ele alacağımız İdris-i Bitlisi buna iyi bir örnektir. Sultan övücülüğünü o kadar ileri götürür ki, Osmanlının kuruluşundan bu yana gelen 8 imparatoru “Heşt Behişt” (Sekiz Cennet) olarak betimler. Ve tabiî ki Yavuz Sultan Selim’in “beylerinizi tayin edin ya da belirleyin” istemine “yapamayız siz belirleyin” diye cevap verebilecek olan da, ancak bu karaktere sahip bir kişilik yapılanması gerektirir.
Sorun İdris’i Bitlisinin iyi veya kötü olması değildir. Daha sonra göreceğimiz gibi belki çağ itibariyle yapması gerekli olanı olumlu da yapmıştır. Ancak sorun oluşan işbirlikçi egemen karakterdir. Ve işbirlikçi karakterin götüreceği yerde ihanettir.
Olup biteni sosyo-psiko-kültürel olarak ele almak, çok ilginç sonuçlar doğurabilir. Ruhsal olarak Osmanlıyı yaşayan, sosyal ve kültürel olarak Araplaşmış ve Sünniliğin merkezi Osmanlı sultanlığını da buna eklersek tablo daha iyi anlaşılacaktır. Bir ülke ya da o dönemin diliyle devlet yaratmanın başkalarına bırakıldığı bir yaklaşım esas alınmıştır. Büyüklere saygı gereği yapılması gereken yapılmıştır. Hem de en iyi bir biçimde! Çünkü 23 Kürt beyi-kimi yerde bu sayı 25, kimi yerde ise 28 olarak verilmektedir-Şah İsmail’in elinden kurtarılıp, Şialaşmanın önü alınarak Sünni çizgi hâkim kılınmıştır. Burada ihanet duyguları yoğundur. İşbirlikçiliğe karşı alınması gereken tutum ve gösterilmesi gereken tepki yoktur. Tersi geçerlidir. İşte ihanetçi, işbirlikçi karakter bu kadar derine nüfus ederek bir kişilik şekillendirmiştir.
Başkan Apo bu durumu: “İslamiyet karşısında Kürt üst tabakası hemen teslim olup işbirlikçi konuma düşerken halk kesimi dağlara çekilip direnişe geçmiştir. İslamiyet’i kabul eden kimi halk kesimleri ise lafta bir kabulü öngörüp kendi öz inanç ve yaşamlarını korumakta kararlı davranmışlardır.
Kürtlerde İslamiyet karşısında yaşanan bu üç tür deneyim Ulusal birliğin önünde daima önemli bir engel teşkil etmiştir. İlk çağdan kalma etnik bölünme ve işbirlikçiliğine, bu yönlü yabancı feodal değerlerin de eklenmesiyle daha derinliğine bir bölünme ve yabancılaşmaya yol açmıştır“ diye ifade etmiştir.
Başka bir yerde Başkan Apo şöyle devam etmektedir: “Egemen işbirlikçiler yabancı uygarlık gücünün dil ve kültürünü egemen kılıp yaşarken, halkın dili ve kültürü ile yaşam tarzını ise hor görmüşlerdir. Kaplumbağanın kabuğunu beğenmemesi gibi halkın dilini ve kültürünü benimsememişlerdir.
Zamanın eritici özelliğine rağmen Kürtçe lehçelerin halen güçlü yaşamış olmaları, halk gruplarının direnişçi ve koruyucu rolünü güçlü bir biçimde oynamalarından ileri gelmektedir. Egemen sınıflar her ne kadar yabancılaşmış ve kişiliksizleştirilmiş olsalar da, halk olarak Kürtlerin bunca özgür ve soylu kalmaları diğer önemli bir gerçektir.”