GenelPortreŞehitŞehit Anıları

Kemal’e Ermek-1. Bölüm

A. Haydar Kaytan

Öfke ve nefret, olumsuzlayan beğeni ölçüleri olarak, bireyde arayışa yol açan iki temel duygudur. Bir şeyi reddetmekten söz ettiğimiz zaman, özünde ona karşı duyduğumuz öfke ve nefreti dile getirmiş oluruz.
Değiştirmek istediğimiz şey tamamı tamamına beğenmediğimiz, başka bir deyişle olumlamayı kesin
olarak reddettiğimiz şeydir. Her yeni düşünce başlangıçta bir olumsuzlama hareketi şeklinde gelişir. İnsan kendisini ve kendisiyle birlikte çevresini değiştirmek isteyen bir varlık olarak tanımlanır. Bu da onu çoğunlukla ‘hayır’ diyen bir gerçeklik haline getirir. İnsan aslında bu ‘hayır’ dediklerinin ağır kuşatması altındadır. Yani olumsuzladıkları somuttur, karşısında ve hatta kendi kişiliğinde etkili birer olgu olarak hükmünü sürdürürler.

‘Hayır’ demek, “Ben verili dünyanın ölçüleri ve değerlerine göre yaşamayacağım” demektir. Verili yaşam tarzını
olumsuzlaması, kişinin kendisi için yeni bir yaşam yolu çizme cesaretinde bulunmasını ifade eder. ‘Nasıl yaşamalı?’sorusu,‘Ben böyle yaşamayacağım’ şeklindeki kararımızı izler. Arayışımız bu soruda ifadesini bulur.
Böyle bir soru, kabul edilebilir bir yaşam için gerekli koşulların hâlihazırda mevcut olmadığına işaret eder.
Olumsuzladıklarımız oldukça somut iken, ‘evet’ dediklerimiz neredeyse tamamen soyuttur, yani henüz belki de tasarım aşamasındadır. Ancak özgür ve eşit bir yaşam için gerekli koşullar olmasa da, kendi ilkelerimiz ve ölçülerimiz vardır; verili sistemin dayattığı yaşamı reddeden insanlar olarak, bu ilkeler ve ölçülere göre yaşarız. Koşullarını oluşturduğumuz ölçüde yeni yaşam toplumsal düzeyde gerçekleşme olanağı bulur; koşulları oluşmamışsa soyut yaşamasını bilmek gerekir. Soyut yaşamak, sınıflı cinsiyetçi uygarlık sisteminin kirlerine bulaşmadan, ilkeler ve ölçülere göre yaşamak demektir. Bir lokma bir hırka ile yetinen derviş, bir ilke adamı olarak, özünde böyle bir insanı anlatır. Önder Öcalan’ı işaret ettiği şekliyle bir derviş gibi yaşamak, en ileri
ölçüler ve sağlam ilkelerle donanmış büyük insanlara özgüdür.

‘Hayır’ deyip reddettiklerinin kuşatması altında yaşamak, son derece yüksek bir duyarlılık temelinde sağlam bir duruşun sahibi olmakla mümkündür. Duyarlılık, yaşama saygı göstermenin vazgeçilmez gereğidir. Mücadele insanı daima duyarlıdır. Duyarsızlık, gerçekte yaşamla kurulmuş bağın kopma sürecine girmesidir. Duyarsız birey aslında bir tür intiharı yaşamakta; duyarsızlığı temelinde yaşamla bağı sürekli zayıflayan birey her an kendi ölümüne sürüklenmektedir. Bu bir koma durumudur, bir tür bitkisel yaşam halidir, yaşayıp yaşamadığını fark etmemektir, hayatın anlam yitimidir. Sınıflı cinsiyetçi uygarlık sistemi, komadaki hasta durumuna soktuğu bireyin anlamını yitirmiş bir yaşama mahkûm edilmesi karşısındaki duyarsızlığı üzerinde egemenliğini sürdürür. Bu sistem altında insanın özü korkunç bir erozyona uğratılır. Özün süreklileşen aşınması, yaşamda ölçü ve ilkenin silinmesidir. Özüyle buluşma çabası içindeki insan, ölçüleri ve ilkeleriyle yaşayan insandır; yaşadığını ölçüleri ve ilkelerine bu bağlılığıyla kanıtlar. Sistemin adım adım intihara sürüklediği birey ise yaşamasının kanıtını tüketmekte bulur. Öyle ki, ne kadar çok tüketirse o kadar iyi yaşadığını sanır. Tüketme ve üreme bu bireyin en belirgin işlevleridir.

‘Hayır’ demek; reddettikleri karşısında direniş konumuna geçmek, direniş çizgisinde ısrarlı ve kararlı davranmak, saldırılar karşısında asla boyun eğmemek, bunun için daha başından sırtında çarmıhıyla özgürlük yürüyüşüne çıkmak demektir. Çarmıhını sırtında taşıyacak denli bir özveriyle eylem alanına giren insan, rahata asla tenezzül etmeyen insandır.Tüketici tip ise hep huzur içinde yaşamak ister ve bu haliyle yonca tarlasında işkembesini şişirip çimenler üzerinde yatarak geviş getiren bir öküzü veya ineği andırır.

Devamı gelecek…

Related Articles

Close