Genel

Öz Savunma Gasp Savaşı Karşısında Politik Ahlaki Toplumun Duruşudur

Öz Savunma
Gasp Savaşı Karşısında Politik Ahlaki Toplumun Duruşudur
Şiddet ve savaş kavramlarına ilişkin bazı tanımlar getirmeye çalıştık. Savaşın ne olduğunu ve nasıl ortaya çıktığını kısaca izah ettik. Aslında savunmalarda uygarlık tarihine ilişkin, uygarlığın doğuşuna ilişkin Önderliğin yaptığı bütün çözümlemeler savaş gerçeğini anlamamamız açısından bize büyük bir düşünce açıklığı kazandırıyor. Tekelci uygarlığın artı değer gaspı üzerinde oluşması, gaspın da iki yöntemle yani zor ve hileyle gerçekleşmesi tekelci uygarlık sisteminin oluşmasında savaşın, şiddetin rolünün ve işlevinin ne olduğunu, savaşın neye bağlı bir unsur olduğunu, neye hizmet ettiğini görmemize, anlamamıza yol açıyor.
Önderlik toplumsal doğa içerisinde bir sapma olarak değerlendirdiği, toplumsal doğaya bir saldırı olarak gördüğü savaş olayını birinci doğaya karşı da bir saldırı ve yabancılaşma olarak değerlendiriyor. Savunmaların dördüncü kitabında şöyle bir tanım var, “Savaş toplumsal yaşamdaki yabancılaşmanın en aşırı ve vahşi biçimidir.”diyor. “Toplumsal doğayı derinden yaralar ve sakatlar. Bu durumda toplumların korunma refleksleri gelişerek yabancılaştırıcı savaşa karşı toplumsal varlığı koruyucu öz savunma savaşı biçimini alır.” Savaşın toplumsal doğa üzerindeki tahrip edici, bozucu, yabancılaştırıcı, yıkıcı etkisini tanımlıyor. Tabi buna karşı toplumun da kendinin belli bir savunma durumunun var olduğunu ifade ediyor.
Savaşı bir saldırı olarak tanımladık. Çünkü şiddeti öyle tanımladık. Şiddetle savaş ilişkisi olarak da, savaşın da bir saldırı olayı olduğunu, artı değer, işgücü ve emek gücü gaspı için geliştirilen planlı ve örgütlü bir saldırı olduğunu ifade ettik. Bu savaş gerçeğini tanımlıyor. Demek ki savaş topluma karşı onun yarattığı artık ürünü ve emek gücünü gasp etmek için geliştirilen bir saldırı olayı oluyor. Savaş gerçeği böyle bir saldırıysa ve toplumu, toplumsal doğayı, doğal toplumu tahrip etmeyi, yıkmayı ona zarar vermeyi hedefliyorsa elbette ki doğal toplumun da özgür birey ve toplulukların da komünal toplumun da bu saldırı karşısında bir refleksi, savunma durumu elbette olacaktır.

Önderlik toplumun doğal duruşunu politik ve ahlaki olarak tanımladı. Dolayısıyla politik ve ahlaki toplumun da kendini savunma durumu bu saldırı karşısında gündeme gelecektir. İşte Önderlik bu durumda politik ve ahlaki toplumun kendini savunmasına da öz savunma savaşı diyor. Demek ki öz savunma savaşı, Meşru Savunma savaşı savaşın karşıtı olarak gündeme geliyor. Gasp ve talan amaçlı geliştirilen şiddete, saldırıya karşı doğal toplumun, politik ve ahlaki toplumun kendini savunma durumu da bir direnmeyi, savaşı ifade ediyor. Saldırı ve imha savaşına karşı kendini, değerlerini sahiplenme ve koruma amaçlı bir savaş durumu gündeme geliyor. Buna da öz savunma savaşı deniliyor. Esas olan savaş olarak tanımlamamız gereken saldırı durumudur. Gasp amaçlı gerçekleşen saldırı olayıdır. Öz savunma bu saldırı karşısında ortaya çıkan bir eylemdir, etkinliktir. Köleleşmek istemeyen, özgür kalmak isteyen bireyin direnişidir. Köleleştirilmiş bireyin kölelikten kurtulmak için direnişidir. Doğal toplumların yok olmamak, ‘uygarlaşma’mak için gösterdikleri direniş, köleleştirilmiş, baskı ve sömürü altına alınmış sınıfların, toplumların, cinsin, kadının direnişidir. İşte bu öz savunma duruşunu, savaşını ifade ediyor. Bunlar da biliyoruz ki tarihin tekelci uygarlığı karşısında var olan, bunlara karşı sürekli direnen, günümüze kadar da bir direnme gücü olarak gelen olgulardır. Tarihin diğer yüzüdür ve esas yüzüdür. Sapma olan, toplumsal doğaya ters olan, sonradan ortaya çıkan ve toplumsal doğayı tahrip etmeye yönelen ise tekelci uygarlıktır. Onun gasp amaçlı saldırı gerçeğidir.

Buradan bakınca elbette öz savunma gerçeğini, öz savunma duruşunu, tarihin başat duruşu olarak, insanın ve insan toplumunun doğal duruşu olarak ele alabiliriz, tanımlayabiliriz. Nasıl ki demokratik uygarlık insanlık tarihinin başat gerçeği ise politik ve ahlaki toplumun kendini korumak ve savunmak için gösterdiği direniş yani öz savunma da doğal komünal toplumun doğal bir duruşu, başat ve esas duruşudur. Saldırı birey ve toplumun bu niteliğine dönüktür. Artı değer ve emek gücü gaspı için gelişen saldırı bireyi ve toplumu bu özelliğinden uzaklaştırmaya ve bu gerçeğini tahrip etmeye dönüktür. Dolayısıyla da tahribe ve saldırıya karşı direniş her zaman vardır, var olmuştur. İnsanlık öyle kolay teslim olmamıştır, köleleşmemiştir. Köleliği, baskı ve sömürüyü kolay kabul etmemiştir. İçine sindirmemiştir. Hep onun karşısında durmuş, direnmiş, mücadele etmiş, köleleşmemiş, köleleştiğinde de köleciliğe karşı hep bir direnme halinde olmuştur. Toplum gerçeğinin böyle bir özü ve yönü de vardır. İşte bu toplum duruşunun saldırı karşısındaki eylemini öz savunma direnişi, öz savunma duruşu, öz savunma savaşı, Meşru Savunma savaşı olarak tanımlıyoruz. Savaşın bir de bu biçimde anlaşılması gerekli.

Nasıl ki savaşı gasp amacı doğrultusunda içe ve dışa yönelimiyle, yönelimine göre ayrıştırdıysak -ki bu saldırı savaşıydı, gasp savaşıydı- bir de bu savaşın topluma yöneltilmesi durumunda şiddetin ve giderek savaşın özgür ve doğal topluma yöneltilmesi karşısında o toplumun gösterdiği refleks ve direnişe de bir tür savaş diyoruz. Öz savunma savaşı diyoruz. Fakat bunlar karakter olarak birbirinden ayrıdır. Amaç olarak farklıdır. Çıkış noktaları farklıdır. Aslında öz savunmayı, Meşru Savunmayı, savaştan farkını göstermek için savaş olarak tanımlamamak belki daha isabetli olabilir. Sadece araçları ve yöntemlerinin benzerliği dışında bir benzerliği yok. Fakat tabi benzer silahlar araç olarak kullanılıyor. Örgütlenmesi benzer özellikler arz ediyor. Dolayısıyla bu nedenle savaş statüsünde sayılıyor. Savaş olarak tanımlıyoruz, ifade ediyoruz. Fakat aralarındaki ayrımı kesinlikle görmek gerekli. Öyle bir biriyle kıyaslamamak gerekli. Nasıl ki tekelci uygarlık, demokratik uygarlık derken başka bir tanım bulamadığımız için şimdilik böyle tanımlıyoruz dediyse Önderlik, öz savunma ya da Meşru Savunma savaşı için de benzer durumu söylemeliyiz. Yani ‘savaştırlar, birbirlerine benzerdirler’ diye yaklaşmamak ve değerlendirmemek gerekli. Evet, çok sınırlı bazı benzerlikleri var ama farklıkları, karşıtlıkları esastır. Özdedir. Şunu bilmek lazım öz itibarı ile karşıtlıkları var. Biçimde benzerlikleri vardır. Bu biçim benzerliği bunu da savaş olarak adlandırmaya götürüyor. Farkını ortaya koymak için öz savunma savaşı veya Meşru Savunma savaşı diyoruz. Fakat bilmek gerekiyor ki benzerlikler biçimdedir. Özünde farklılıklar vardır. Çünkü savaş şiddetten doğmuştur. Gasp amaçlıdır. Birey ve toplumların artık ürününü ve emek gücünü gasp etmeye dönüktür. Bunun için karşı tarafı etkisizleştirmeyi veya imha etmeyi hedefler. Bir baskı ve sömürü gücüdür. Öz savunma savaşı ise bu özellikleri taşımıyor. Kesinlikle gasp amaçlı değil tam tersine kendini savunma amaçlıdır. Kendini savunmayı, korumayı, kendi değerlerini saldırı karşısında korumayı, özgür varolmayı ve yaşama hakkını elde tutmayı, başkalarına zarar vermemeyi, kendine yönelen, varlığına yönelen zararı önlemeyi hedefler. Bu bakımdan da eğer buna savaş denilecekse bence iki tanım getirebiliriz. Birisine tekelci savaşları, gasp savaşları diyebiliriz. Birine de öz savunma savaşları diyebiliriz. Ya da tekelci sistemin gasp amaçlı gerçekleştirdiği eyleme savaş diyeceksek eğer, o zaman öz savunmayı daha farklı tanımlamak daha doğru olur.

Tekelci uygarlığın bütün savaşlarının bağlı olduğu temel amaç gasptır. Artık ürün, artık değer ve emek gücü gaspını, sömürüsünü gerçekleştirmeye dönük baskı ve saldırı eylemidir. Savaşın gerçeği de budur. Aslında bunun dışında bir savaş yoktur. Ama böyle bir saldırı karşısında kendi varlığını korumaya kendini savunmaya dönük olarak özgür birey ve toplumların gösterdiği dirence de öz savunma savaşı veya Meşru Savunma savaşı diyoruz. Şimdilik gasp amaçlı savaşlar ve öz savunma savaşları veya Meşru Savunma savaşları diye ayırabiliriz. Karakterlerine göre savaş gerçeğini böyle iki biçimde ele alabiliriz.

Savaşla bağlı diğer önemli bir husus savaşın planlı ve örgütlü yürütülen bir saldırı olayı olmasından doğan strateji ve taktik bilimi ile ilişkisidir. Kuşkusuz strateji ve taktik sadece askeri alanla ilgili bir bilim dalı değil. Siyasetin kullandığı bir bilim dalıdır. Askerlik de siyasi alanla ilgili olduğu için öz savunma da demokratik siyasetin bir unsuru, savunulması ve eylemini oluşturduğu için biz strateji ve taktik bilimini askeri alan açısından da kullanıyoruz. Zaten Meşru Savunma savaşı siyasetin bir parçası oluyor. Demokratik siyasetin de bir parçasıdır. Bu bakımdan da savaşın strateji ve taktik bilimi ile ilişkisi var. Örgütlü ve planlı herşeyde, her eylemde strateji ve taktik biliminin yeri vardır. Daha doğrusu bir eylemin planlı ve örgütlü olması strateji ve taktik bilimine uygun gerçekleşmesini ifade eder. Bu bakımdan savaş açısından da stratejiden ve taktiklerden söz ediyoruz. Savaş stratejileri ve savaş taktikleri diyoruz.

Strateji neyi ifade ediyor? Bir savaş olayını planlanması, hazırlanması ve uygulanması süreçlerinin toplamına strateji diyoruz. Elbette strateji savaşın gereğini belirlemiyor. Ya da savaş stratejisi belirlemiyor gerekleri. Onu siyasal stratejiler belirlerler, çizerler. Siyaset bilimi ile ortaya konur, çıkartılır. Siyaset biliminin gereği olarak değerlendirilir ve savaşın gerekli olup olmadığı ortaya çıkartılır, kararlaştırılır. Fakat bir kere siyaset biliminin gereği olarak savaş kararlaştırıldıktan sonra böyle bir savaşın planlanması, hazırlanması ve icra edilmesinin sonuca götürmesinin hepsini içeren sürece stratejik süreç diyoruz. Bunları tanımlayan bilime strateji bilimi diyoruz. Savaşın planlanması neyi içerir, bir kere tarafların içinde bulunduğu durumun analizini içerir. Yani orda keşif vardır, istihbarat vardır, gözetleme vardır. Tarafların içinde bulunduğu duruma ilişkin bütün bilgilerin mümkün olan en ileri düzeyde toplanması, biriktirilmesi söz konusudur. Bunu hem karşı taraf için, hem de kendi tarafı için yapar. Hem aktif güçlerini hem de pasif güçlerini yani yedeklerini dikkate alır. Sadece ne kadar askeri ve silahı hazır ona bakmaz. Yedekleri ne kadardır, ne kadar güç silahlandırabilir, ne kadar sürede yapabilir bunlara bakar. Yine ekonomik gücü, mali gücü nedir ona bakar. Yine daha farklı güç kaynakları nelerdir, onlara bakar. Kısaca taraflara dair savaşı etkileyebilecek bütün bilgilerin ortaya çıkartılmasını içerir. Tabi bu yetmez. Planlama açısından bir de savaşın gerçekleşeceği yerin, coğrafyanın, ortamın tanınması bilinmesi belirlenmesi oranın özelliklerinin yeterince incelenmesi gerekir.

Bu bilgilenmelere dayalı olarak diğer yan faktörler de katılmak üzere, bu bilgilenmelere dayalı olarak yapılacak savaş eylemine dair güç mevzilenmesi, vuruş tarzı, uygulanacak taktiklerin belirlenmesine ise stratejik planlama deniyor. Planlama bununla ortaya çıkar. Planlı olmadan içine girilebilecek bir savaş durumu baskına uğramayı ifade eder. Dolayısıyla da kazanılması zor olan bir savaş durumudur. Tümüyle kazanılamaz değildir. Güç dengeleri ve savaşın yönetimi sonucu belirler. Fakat planlaması olmayan ona göre hazırlıkları yapılmayan bir savaş kaybedilmeye açık bir savaştır. Onun için de stratejik planlama, hazırlık ve eylem yani icra önemli. Bunlar için planlama önemlidir. Kendi isteği ile savaşa girmeyi ifade ediyor. Kazanmanın önemli bir unsurunu oluşturuyor.

Diğer bir aşaması tabi planlamaya dayalı gelişecek hazırlıklardır. Hazırlıklar yığınak diye de ifade ediliyor. Savaşacak gücün eğitimi, örgütlenmesi, niceliği, lojistiği, silahı, cephanesi, bütün kullanacağı araç ve gereçler yani savaş eyleminin gerektirdiği bütün maddi unsurların temin edilmesini ifade ediyor. Bu da çok önemli. Elbette ne kadar bir taraf böyle çok yaparsa daha büyük güç kazanmış olur. Gireceği çarpışmada sonuç alır. Savaşın daha çok bu iki alanda kazanıldığını savaş bilimcileri söylüyorlar. Savaşın esas olarak planlama ve hazırlık döneminde kazanıldığını söylüyorlar. Şöyle diyorlar “savaş yığınakta kazanılır.” Savaş yığınakta kazanılır demek planlama ve hazırlık döneminde kazanılır demektir. Hangi taraf planlamasını doğruya en yakın yapar, hazırlıklarını en güçlü kılarsa elbette ki çarpışmayı kazanmaya en yakın taraf odur. Böyle girdiği bir çarpışmada o taraf ender kaybeder. Büyük çoğunlukla da kazanılır. Savaş bilimcilerinin savaşa ilişkin geliştirdiği teoriler var bu noktada. Savaşı savaşmadan kazanmak gerek diyor Sun Tu Zu. Bu, belirttiğimizden daha öte bir durum tabi. Yani savaşa gerek bırakmadan kazanmak. Askeri güce dayanarak ama çarpışmaya gerek kalmadan siyasi güçle kazanmayı ifade ediyor. Ama savaş gücüne, orduya dayanarak siyasette kazanmayı içeriyor.

Savaş stratejisinin üçüncü aşaması çarpışma aşamasıdır. İcra durumu, eylem anıdır. Çok değişik biçimler içeriyor. Savaş tarzları, taktikleri, biçimleri savaşan güçlerin durumuna, hazırlıklarına, savaşın yerine, teknik malzemelerine göre sonsuz biçim alıyor. Temel bazı biçimler halinde öngörülüyor, hazırlanıyorsa da hiçbir zaman pratik bir biçim diğerine olduğu gibi benzemiyor. Her çarpışmanın genelle bağı olduğu gibi mutlaka özgünlükleri de bulunuyor. O bakımdan da çarpışmada tabi diğer savaş eylemlerinden ders çıkartmak önemli olduğu gibi, yaratıcılık da önemlidir. Çünkü özgünlüğü var ve o özgünlüğün gerektirdiği unsurları anında gerçekleştirebilmek önemlidir. Çarpışma anı güçlerin vuruşma anı oluyor. Savaşın son aşamasıdır. Stratejinin son bölümüdür ve sonucun belirlendiği aşamadır.

Burada önem taşıyan hususlar neler, öne çıkan hususlar neler? Bir; savaşın yönetimidir. Çarpışma anında yönetim, komutanlık önem taşıyor. İkincisi; savaşan güçlerin savaşmaya hazırlık durumu, eğitimidir. Bu sadece askeri değil, düşünce olarak da savaşa ve zafere duydukları inanç, bağlılık durumudur. Savaşma azimleri, kararlılıkları, kendilerini feda etme durumlarıdır. Nihayetinde savaşta sonucu savaşçılar belirliyor. Savaşanların kendilerini feda etme düzeyleri, kararlılıkları belirleyici oluyor. Üçüncü olarak da diğer unsurlar geliyor. Onlarda önemlidir. Teknik donanım, araç gereç, gücün nicel düzeyi, hazırlıkları, planlaması yani ilk iki aşamada planlama ve hazırlık aşamasında yapılanların gücü ve yeterliliği çarpışmadaki sonuçları belirliyor. Savaş stratejisinin temel unsularını böyle sıralayabiliriz.
O halde strateji ne oluyor, bir savaşın hangi düzeyde olursa olsun -meydan savaşı olabilir, bir ulusal kurtuluş savaşı olabilir, her hangi bir çatışma olabilir- bu savaşın başından sonuna kadar planlanması, hazırlanması ve icra edilmesinin bilimine strateji diyoruz. Böyle bir durumda güç dengesini, güç hazırlığını belirleyen, taktiklerini çizen, yönetimini oluşturan ve anı anına uygulanmayı sağlayan bilimsel alandır. Savaşın kazanılması amacını güder. Her savaş kazanma hedefi ile yapılır. Kaybetmek için hiç kimse savaşa girmez. Ona her halde delilik denir. Fakat hiçbir savaşta da yüzde yüz kazanma garantisi olmaz. Yenilgiden zafere kadar olan bütün olasılıklar savaşın sonucu üzerinde vardır. Strateji bilimi niçin vardır? Kazanmak için. Başarıyı sağlamak için vardır. Başarıyı yaratmayı hedefler. Kim strateji bilimine hakimse ve onun gereklerini iyi uygularsa zafer kazanır. Savaşın soncunda kazanır. Kazanmayacak savaşa girmez. Kazanamayacağını bilir, onu kazanacak hale getirir. Onun için strateji ve taktik bilimi niçin var, ya bunlar niye bunlar yapılıyor? Kazanmak için var. Kazanmak için yapılıyor. Zafer için var. Bu bilimler zafer dışında her hangi bir amacı kesinlikle içermez.
Taktik ise stratejinin küçük parçaları, bölümleri oluyor. Aslında stratejiyle taktik arasında öz itibarı ile fazla bir fark yoktur. Strateji daha genel olanı, bütün olanı içerirken taktik ise daha küçük olanı dar olanı, anlık olanı içerir. Ama unsurları aynıdır. Taktikte de planlama vardır, hazırlık vardır, eylem vardır. Stratejik olarak planlama ve hazırlık daha önde ağırlık kazanırken, taktikte çarpışma yönü biraz daha önde oluyor. Ağırlık kazanıyor, pratik yönü öndedir, eyleme geçme yönü daha çoktur. Ama taktik eşittir plansızlıktır, taktik eşittir hazırlıksızlıktır demek yanlıştır. Taktiğin de planlaması var, hazırlığı, çarpışması var. Strateji ile taktik böyle bir özellik taşıyor. Bir savaşın, bir stratejinin taktiği olan bir unsurun kendi içinde de taktikleri vardır. Bir savaş anının tanımlanması stratejik bilimle yapılırken, o strateji daha geniş bir savaşın bir taktik unsuru olabilir. Örneğin bir ulusal kurtuluş stratejisi. Onu ifade eden halk savaşı stratejisi dediğimiz savaşın aşamaları vardır. Stratejik savunma, stratejik denge aşaması, stratejik saldırı aşaması diyoruz. Sadece bir aşaması öngörülse bile, sadece stratejik savunma içinde bile yüzlerce büyük çarpışma var. Stratejik savunmayı yalnız başına ele alır planlarsan onun da stratejisini ve taktiklerini ortaya çıkarırsın. Onun içerisinde bir savaşı ele aldın mı, o savaş eyleminin baştan sona kadar planlanması, stratejisi onun içindeki her unsuru taktiği oluşturur. Demek ki bir durumda strateji olan, bir başka stratejik durumun taktiği olabiliyor. Taktikle strateji bu biçimde iç içe geçiriyor.

Taktik ve strateji arasındaki bir diğer ilişkiyi nasıl tanımlayabiliriz? Taktik stratejinin başarısına bağlı oluyor. Zaten tüm bütün strateji ve taktikler zaferi başarıyı öngörür dedik. Taktikler stratejinin başarısını öngörür. Tümüyle stratejinin başarısına bağlıdır. Bir stratejik planın başarısına göre şekil alırlar. Bazen öyle olur ki stratejik başarıya hizmet ediyorsa taktik başarısızlığı da öngörebilirsin. Bazı kayıplar vermeyi öngörebilirsin. Geri çekilmeyi öngörebilirsin. Geç kalmayı öngörebilirsin. Bunları, örneğin kendi düzeyinde ele aldın mı askeri açıdan bir gerilemedir, kazanmama, kaybetmedir. Fakat eğer stratejik plan dahilinde oluyorsa bu ve stratejik başarıya, zafere hizmet ediyorsa o zaman doğrudur ve uygulanabilir. Bu anlamda taktikler stratejiye bağlı, onun zaferine bağlı icra edilen pratik eylemlerdir denilebilir. Planlanıp, örgütlenip, gerçekleştirilen stratejinin başarısına bağlı olarak icra edilen pratik eylemlere taktik deniliyor. Strateji ve taktik bilimi üzerine bunları ifade edebiliriz.

Buradan şu çıktı: demek ki savaşta planlama, hazırlık ve harekat önem taşıyor. Bunlar da kendilerine ait birer alanı oluşturuyorlar. Savaş planlaması ayrı bir dal ve bilimsel bir alan olarak gelişiyor. Bütün orduların uzmanlık alanı olarak geliştirdikleri yan oluyor. Herkes plan yapamıyor. Plancılık bir uzmanlık alanıdır. Hem de çok önemli bir alandır. Üstelik dikkat edelim bir stratejik uzmanlık alanıdır. Savaş hazırlıklarını yapmak, icra yönetmek bir uzmanlık alanıdır. Bir de yönetim alanı var tabi. Harekât komutanlığı denen alan var. Eylem komutanlıkları, icra yönetimi. O da bir uzmanlık alanı. Demek ki stratejinin çok değişik alanları var ve her biri bir uzmanlık alanını oluşturuyor. Savaş yapmak isteyen, savaşla uğraşan, savaşı meslek edinen güçlerin yani askerlerin orduların bu gerçekleri görmesi, bilmesi bunun gereklerine göre kendisini hazırlaması, eğitmesi gerekiyor. Bunsuz olursa, bunları dikkate almaz, bilmezse, kendini bu uzmanlık alanlarına göre hazırlamasa elbette ki başarılı savaş yapamaz. Yenilgi alır.

Savaşta başarmaya zafer, kaybetmeye de yenilgi diyorlar. Yenilmek tabi yok olmayı, ezilmeyi getiriyor. Her stratejik yenilgi bir yok olmadır. Taktik yenilgi eğer stratejik yenilgiyi getirmiyorsa taktik düzeyde bir kaybetmeyi, taktik komutanlığın yenilgisini ifade ederken stratejik yenilgi elbette ki bütün o savaş gücünün -artık bir birlik midir bir ordumudur, hangi düzeydeyse- yenilgisinin ifade eder. Savaş zaferle yenilgi arasında icra edilen bir eylem oluyor. Savaş zaferle yenilgi arasında yaşanan bir olgu oluyor. Ne zafer ne yenilgi tehlikeli bir durumdur. Çok fazla bir şey ifade etmiyor. Dikkat edelim bizim yürüttüğümüz savaşı Önderlik öyle değerlendirdi ve eleştirdi. Savaş bilimine uygun değil dedi. “Öyle bir şey icat ettiniz ki bütün savaş bilimleri altüst oldu, strateji bilimi altüst oldu” dedi. Demek ki doğru anlamamız gerekiyor. Ne kazanan ne kaybeden, ne zafer ne yenilgi elde eden, hep kendisini olduğu gibi sürdüren bir tarz strateji, taktik bilimine uygun düşmüyor. O da bize göre ortaya çıkan bir savaş oluyor.

Duran Kalkan

Related Articles

Check Also

Close
Close