Felsefe ve SosyolojiGenel
Ferzende Îsyan: “TOPRAĞINDAN KAÇIŞ , ÖZÜNDEN KAÇIŞTIR”
Komalên Ciwan Kordinasyonu üyesi Ferzende İsyan yazdı; TOPRAĞINDAN KAÇIŞ , ÖZÜNDEN KAÇIŞTIR
“Her ağaç kendi kökleri üzerinden yeşermektedir. Kendi köklerinden kopuk olan bir ağaç nasıl ki başka bir yerde yaşam imkanı bulamaz ise aynı durum insanlar içinde söz konusu olmaktadır. Yıllardır Kürdistan’da halkımızı topraklarından çıkarmak için düşman tarafından birçok yöntem uygulanmaktadır. Özellik ile son yıllarda Kürdistan gençliği üzerinde bu politika daha fazla derinleştirilmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Ülkeden kaçışa yönelten bu soykırım politikalarını anlamak, bilince çıkarmak ve buna karşı doğru bir tavır ve arayış içinde olmak daha önemli bir hale gelmiş bulunmaktadır.
Bu açıdan öncelik ile doğduğumuz, büyüdüğümüz bu kutsal toprakların bizim için ne anlam ifade ettiğini kavramak hayati olmaktadır. İnsanın toplumsallaşmasında Ana’nın nasıl bir yeri var ise yaşadığımız topraklarında o yönlü bir gerçekliği olmaktadır. Bize kimlik kazandıran, kişilik kazandıran, bizi var eden bir hakikat olmaktadır. Yurt kavramı sadece bir toprak parçası olmamaktadır. Böyle ele almak bizi bir çok yanılgılı yaklaşıma götürecektir. Yurt, vatan veya ülke dediğimiz yere böyle yaklaşmak nesnel yaklaşımı da beraberinde getirecektir. Bu nesnel yaklaşım her türlü yönelimi yapma hakkının olduğu yanılgısına götürecektir. Bu yanılgılar içerisinde yaşanılacak olan bir yaşam, Önderliğimizin de belirttiği gibi ‘aldanan ve aldatılan bir yaşam’ olacaktır. Ülke gerçekliği maneviyatımızdan ve anlam derinliğinden kopuk bir tarzda ele alınamaz. Çocukluğumuzu yaşadığımız, üzerine stranlar söylediğimiz, her zaman bir ana gibi bizi koruyan, besleyen bu topraklar bir toplumun ve bir insanın can damarı olmaktadır.
Kapitalist modernite var olan zihniyet yapısı ile bu gerçekliği her yönü ile tamamen ters-yüz etmiştir. Kapitalist sistem, can damarlarının kesilmesi üzerine kurulu bir sistemin adı olmaktadır. Kesilen bu damarlar toplumsalığımız olmaktadır, kesilen bu damarlar maneviyatımız olmaktadır. Özellik ile zihniyet formları bilimcilik, cinsiyetçilik, dincilik, milliyetçilik ile öyle bir hale getirilmiştir ki her şey bir tüketim eşyası olmaktadır. Yaşam bir bütün olarak nesneleştirilmekte, üzerinde her türlü tahakkümün yapıla bilineceği bir konuma indirgenmektedir. Bunun ile beraber her şey maddileştirildiğinden satılacak ve alınacak bir pozisyonda olmaktadır. Halklar ve toplumlar için en önemli kutsallık sayılan ülke gerçekliği, parsel parsel edilmekte ve alınıp, satılmaktadır. Kapitalist sistemin zihniyet yapılanmasını yansıtan en iyi söylem ‘’Benim vatanım doğduğum yer değil, doyduğum yerdir’’ ifadesi olmaktadır. Bu söylemde saklı olan gerçeklik her şeyin doymak esaslı olması yani her şeyin güdüsel olmasıdır. Güdülere indirgenen bir yaşam gerçekliğinde maneviyatın ve anlamın yeri olmayacaktır.
Bu durum Kürdistan gerçekliğinde daha yoğun bir halde yansımasını bulmaktadır. Birçok kitapta Kürdistan topraklarından cennet diye bahsedilmektedir. Cennet olması insanlığa ilk beşiklik eden yer olmasından kaynağını almaktadır. Dicle ve Fırat’ın beslediği, birçok yeniliğe öncülük eden bu topraklar, her zaman kutsal topraklar alarak ifadelendirilmiştir. Tarihte birçok güç bu topraklar için sefere çıkmış ve büyük savaşlar yaşanmıştır. Kürdistan’daki tarihi kalıntılar incelendiğinde bu durum rahatlık ile görülecektir.TC soykırımcı rejimi her türlü yakma ve yıkma politikaları ile Kürt toplumuna olan kinini ve intikamını topraklarımızdan almaktadır. HES’ler ve Barajlar ile topraklarımızın bağrı deşilmekte, sömürü ve talan politikalarında sınır tanınmamaktadır. Dağlarımızdaki ağaçlarımız her gün yakılarak soykırım politikası her yönü ile tamamlanmak istenmektedir. Bunca yönelimin hiç kuşkusuz bir amacı olmaktadır. Cennet olan bu toprakları kimsenin yaşamayacağı bir cehenneme çevirmek istemektedirler.
Üzerinde durulması gereken ve sorulması gereken esas soru şu olmaktadır. Kürdistan gençliği neden sırtını bu topraklara dönmekte ve yönünü Avrupa devletleri olmak üzere birçok farklı devlete vermektedir? Tarih boyunca birçok gücün cennet topraklar olarak gördüğü, herkesin buraya yöneldiği bu coğrafyadan neden şimdi kaçış ve terk ediş olmaktadır? Özellik ile bu kaçışların çoğunu neden genç kesim oluşturmaktadır? Daha da çoğaltabileceğimiz bu soruların cevapları, var olan durumu anlamak, nedenlerini doğru sorgulayarak bilince çıkarmak açısından ve buna dönük çözümler geliştirmek için hayati önemde olmaktadır.
Yaşanılan bu durumu düşman gerçekliğinden ve düşman politikalarından bağımsız ele alamayız ve değerlendiremeyiz. Başta TC soykırımcı faşist rejimi olmak üzere, statükocu ve küresel emperyalist güçlerin bu kaçırtma politikalarında yeri olmaktadır. Hatta diyebiliriz ki bir konsept dahilinde bu durum yönetilmektedir. Bu kaçırtma ve boşaltma politikalarının Özel Harp Dairelerinden planlanıp, yürütüldüğü artık inkar edilemez bir hal almıştır. Kapitalist sistem gerçekliğinde insanların yaşamları üzerinde kumar oynar gibi oynanmakta bu şekilde kapitalist sistemin para baronları ceplerini doldurmaktadır. Ölen, yerinden -yurdundan olan yoksul ve fakir insanlar olurken, kendini bunun üzerinden yaşatan da bu kesim olmaktadır. Kürdistan’da ise bu durum daha sistemli ve derinleştirilmiş bir şekilde uygulanmakta olup sadece kaçırtmak ile sınırlı kalınmamakta asimilasyon ve soykırım politikaları ile de var olan konsept daha geniş bir şekilde uygulanmaktadır.
Uygulanmakta olan bu konseptin en başta gelen yöntemlerinden biri ekonomi politikaları olmaktadır. Kürdistan’daki birçok genç ülkeden çıkış nedenlerini açıkladıklarında başta gelen sebeplerden biri bu olmaktadır. İş bulamadıklarını, geçim kaynakları olmadığını vs. dillendirmektedirler. Bu durumun nedenini sorguladığımızda karşımıza şöyle bir gerçeklik çıkmaktadır. En verimli toprakların olduğu, en değerli yer üstü ve yer altı kaynaklarının olduğu böylesi bir coğrafyada işsiz kalmak ne ile ve nasıl açıklanabilir? Düşmanın açlık ile terbiye etme politikaları bu şekilde kendini dışa vurmaktadır. Önce bin bir yöntem ile aç bırakacak ve bu şekilde her şeyi yapar hale getirecektir. Kürdistan’ın bu kadar bereketli durumundan neden oranın gençliği ve toplumu faydalanamamaktadır? Çünkü var olan soykırım rejimi bütün imkanları talan etmekte, sermayedarlar ceplerini doldurmaktadır. Önderliğimizin belirttiği ‘’ Nan’ın ülkesinde nan’sız kalmak’’ durumu tam da bu gerçekliği ifade etmektedir.
Kürdistan gençliği var olan soykırım politikalarının bilincine iyi varmalıdır. Kürdistan’da işsiz kalmanın, aç kalmanın en önemli sebebi düşmanın kendisinden kaynaklanmaktadır. Sadece Urfa ve çevresindeki arazileri bile düşündüğümüzde bütün Kürdistan’ı doyuracak bir potansiyel durumu söz konusu olmaktadır. Bunu aktifleştirmenin, kullanmamanın önündeki en büyük engel soykırım politikalarıdır. Şu an birçok arazi Kürdistan’da yasaklı hale getirilmiştir ya da hayvancılık için birçok otlaklık araziye geçiş yasaklanmıştır. Var olan arazilerin bir kısmı da kimi şirketler aracılığı ile sermayedarlara peşkeş çekilmekte böylece sömürü çarkı işletilmektedir. Bir karıncanın bile işsiz kalmadığı bir dünyada nasıl olur da Kürdistan gençliği kendi topraklarında işsiz kalabilir. Bu durumun farkındalığında olmak düşman politikalarını boşa çıkarmak açısından önemli olmaktadır.
Bu anlamda Önderliğimizin son savunmasında ifade ettiği belirleme her yönü ile önümüzü aydınlatacaktır ‘’Finans kapital çağı ekonomi ve toplumun yıkımının zirveleştiği bir çağdır. Toplumun neredeyse yarısını işsizliğe çeken, silah ekonomisi adı altında imha araçları üretimini temel ekonomik sektör haline getiren, sadece kârı hedefleyen, toplumun zorunlu ihtiyaçları ile alakasız, çevreyi yıkan, tüm doğa ve toplum kaynaklarını kara dönüştüren çılgın bir anti toplum, anti-toplum, anti-insan ve anti-doğa karakteri taşıyan bir canavar ile karşı karşıyayız. Burada önemli olan bu sistemin ilk sıradaki kurbanları olarak başta kadınlar ve gençlerin emeklerinin işlevsel kılınmaktan çıkarılıp, ekonomisiz yaşamaya zorlanmaları, buna karşılık ekonomi ile ilgisi olmayan ve kelli-felli birer iktidar yönetim kurdu CEO’ların ekonominin kurmayları olarak sunulmasındaki akıl almaz çelişkinin başat ekonomik faaliyet olarak anlam bulmasıdır! Toplumun ezici çoğunluğunu gerçek ekonomiden koparan, karı yegane güdü haline getiren ve toplum ile ilgisi ancak sömürü tekelleri inşa edip sürdürmek olan oligarşik tekellerin devlet iktidarlarını bile geride bırakacak düzeyde toplumsal kansere yol açmasını ekonomi saymak kadar, ekonominin inkarı olarak yargılamak hayati öneme sahiptir.’’
Sömürgeci sistem, çaresizleştirdiği ve çözümsüzleştirdiği, kendine muhtaç hale getirdiği bireyi yurdundan kaçırtmaktadır. Bu anlamda kavramları yerinde kullanmak daha doğru olacaktır. Çokça ifade ettiğimiz gibi ülkesini bırakmak göç etmek değildir, yurdunu terk etmektir, yani yurdundan kaçmaktır. Bu kaçma girişimi her zaman şaşâlı hayaller ile başlamakta olup, çoğunlukla da sonu hayal kırıklıkları ve sefalet, eziyet ile bitmektedir. Ülkeden kaçıp, başka mekanlarda rahat yaşam arayışlarında bulunmak Hollywood ve Yeşilçam filmlerinde gösterildiği gibi olmamaktadır. Kapitalist sistemin çarkına düşmek bir Örümceğin ağına düşen sinek olmaktan farksızdır. Nasıl ki bir sinek ilk ağa düşüp çırpınmaya başlıyorsa ve ne kadar çırpınıyor o kadar kendini ağa buluyor ise aynı durum kapitalist sistemin çarkına düşen bir kişi içinde böyle olmaktadır.
Özellik ile modern diye anlatılan ve öyle lanse edilen cilalanmış Avrupa kentleri Kürt gençleri için kültürel soykırım mekanları olmaktadır. Birçok Kürt genci karın tokluğuna sabahtan akşama kadar çalıştırılmakta olup, sahte Avrupa demokrasisi söz konusu Kürt gençliği olunca hiçte o kadar insan haklarını savunan bir pozisyonda olmamaktadır. En ağır işler bu kesime yaptırılmakta insan muamelesi dahi yapılmamaktadır. Gerçeklik şudur ki Avrupa modernitesinin bir televizyonlarda görünen şaşâlı yüzü vardır, bir de bu şaşalı görüntünün ardındaki yoksulların ve emekçilerin gerçekliği vardır. Aradan bin yıllar geçmesine rağmen Roma imparatorluğu yaşamı halen Avrupa’nın esas yaşam tarzı olarak varlığını sürdürmektedir. Bir taraftan lüks ve sefa içerisinde yaşayan bir kesim var iken diğer taraftan arenalarda Aslanlara parçalatılan köleler ve gladyatörler vardır. Zaman ve mekan değişmiş olsa da Avrupa modernitesinin temelindeki bu sömürü sistemi hiç değişmemiş daha fazla tarzını değiştirerek varlığını sürdürmektedir. Bu Aslanlara parçalatılan kölelerde günümüzde, yurdunu bırakıp Avrupa yollarını tutan Kürdistan gençliği olmaktadır. Kürdistan gençliği kendi ülkesinin şahini olmayı bırakıp farklı mekanların yemi olmayı asla kabul etmemelidir.
Önem ile üzerinde durmamızı gerektiren diğer bir konuda kendi vatanından kopmuş bir gençliğin para bulma adına girdiği her türlü kirli iş durumudur. Avrupa mafyası ve uyuşturucu, fuhuş şebekeleri bu gençleri hedeflemekte ve bu batağa yönlendirmektedirler. Bu işlerin birçoğu devlet eli ile yürütüldüğünden Avrupa’ya giden Kürdistan gençliği bu sektörün dönmesi için de büyük imkan olmaktadır. Ortada olan bir tuzak durumudur. Bu devletlerin kendi kirli işlerini yürütebilmeleri için dışarıdan gelen bu gençlik kesimine ihtiyaçları vardır. Bir taraftan dışarıdan kimsenin gelmemesi için tedbirler aldığını söyleyen bu devletler diğer taraftan yoğun bir şekilde kapılarını açmaktadırlar. Avrupa’nın genç nüfus azlığı bilinen bir gerçekliktir bundan kaynaklı gelecek olan genç kesime her zaman sıcak bakacaktır. Çünkü diğer yaş kesimine yaptıramadığı bütün işleri bu kesime yaptıracaktır. Bu nedenle bu politikaların bilincinde olmak önemli olmaktadır.
Özellik ile Bakûrê Kürdistan gençliği üzerinde en büyük tehlikelerin başında soykırımcı-faşist TC devletinin uyguladığı ülkeden kaçış politikaları gelmektedir. Yıllardan beridir bu politika farklı yöntem ve tarzlar ile uygulanmıştır. TC soykırım rejimi Kürt kanı üzerinden kurulan bir sistem olma özelliğini taşımaktır. Kürdistan direniş tarihinde Dersim ve Ağrı başta olmak üzere her serhıldan sonrası bu politika devreye konulmuştur. Yine 90’lardan sonra köy yakmaları ile bu süreç daha da genişletilmiş ve günümüzde adeta bir konsept halinde her boyutu ile kendini kapsamlılaştırmıştır. Dönemler değişse dahi değişmeyen en esas şey Kürdistan’ı boşaltma ve Kürt gençliğini hem mücadeleden koparmak hem de daha iyi asimile edeceği ve yozlaştıracağı bir pozisyona indirgemek olmaktadır.
Bakûrê Kürdistan’da Kürt gençliğini özünden çıkarmak, yozlaştırmak amacı ile birçok yöntem uygulanmaktadır. Bunların en başında geleni de Kürt gençliğini yurttan çıkarmak amacı ile yürütülen politikalar olmaktadır. Bu politikaları geliştirirken özel ve psikolojik savaş temel yöntem olarak uygulanmaktadır. Özel Harp Dairesinde bu süreç yönetilmektedir. Tüm devletler kendi iktidarlarını sağlamlaştırmak amacı ile özel savaş politikalarını değişik şekillerde uygulamaktadırlar. Fakat söz konusu TC soykırımcı faşist rejimi olunca bu durum adeta bir rejim halini almaktadır. Şu gerçeklik hiçbir zaman unutulmamalıdır, kökünden koparılan bir genç daha rahat asimilasyon politikalarına yatırılacaktır. Bundan kaynaklı kendi kültüründen, dilinden ve toplumsallığından koparılmış birey de savrulma durumları daha fazla olacaktır.
Son süreçlerde Bakûr gençliğine dönük sürekli gözaltına almalar ile zindana koymalar ile bu süreç daha farklı şekillerde sürdürülmektedir. Mücadele eden gençliği pasifize etmenin ve mücadeleden alı koymanın en başlı yöntemlerinden biri olarak kullanılmaktadır. Bir genç bazen 10 veya 15 defa gözaltına alınmakta bu şekilde burada yaşamayacağı hissiyatı psikolojik ve özel savaş yöntemleri ile oluşturulmakta, ülkeden kaçışı için her türlü zemin hazırlanmaktadır. Bunun sonucunda Bakur’daki birçok genç yönünü Avrupa’ya vermekte, bu baskı ve yönelimlerden kurtulmayı hedeflemektedirler. Ya da zindana almakta, zindan sonrası süreçte dosya ve davalara her an yeniden zindana gireceği psikolojisi yaratmakta, bu psikoloji ile yaşayan bir birey her zaman ileriye dönük bir planlama içerisine girememekte, bu ağır psikolojiden kurtulmak için yönünü Avrupa devletlerine vermektedir. Bu yöntem ile hem aktif mücadele edebilecek gençlik kesimini ortadan kaldırmakta hem de bu mücadele gerçekliğinden kopmuş olan gençlerin sisteme entegre edebilmek için uygun fırsatları bulmuş olacaktır.
Üzerinde durmamız gereken diğer bir önemli konu da Kürdistan’daki aile gerçekliği ve bunun ülkeyi terk edişteki etkileri olmaktadır. Aile gerçekliği Kürdistan’da birçok yönü ile düşmana hizmet etmektedir. Çocuklarının iyiliği için başlayan birçok söylem sonuçta düşmanın faydasına ve iyiliğine olmaktadır. Özgürlük mücadelemizin gelişmesi ile beraber bazı aileler çocukları mücadeleye aktif bir şekilde katılmasınlar diye genelde erken yaşta evlendirmekteydiler. Başta Botan olmak üzere birçok yerde mücadelemizin etkili olduğu alanlarda bu yöntem uygulanmaktadır. Bunun ile amaçlanan erken yaşta evlendirilen bir genç, artık toplum ve mücadele sorunlarına eskisi gibi duyarlı olmayacak bundan kaynaklı da kendine biçilmiş yaşam kalıpları içerisinde seyredecektir. Artık her şeyi eşi ve çocukları olacaktır. Bu politika günümüzde devam etmek ile birlikte mücadeleye biraz merakı olan gençlerin, biraz toplum sorunlarına duyarlı olan gençlerin ülkeden çıkarılmaları da günümüzde yaygınlaşmaktadır. Öyle bir hale getirilmiştir ki aile gerçekliği tarafından iki yol bırakılmaktadır. Ya evlendirileceksin ya da ülkeden kaçış yolunu tutacaksın ki bundan başka yaşam alternatifi bırakılmamaktadır.
Söylem itibari ile baktığımızda Kürdistan’daki tüm aileler yaptıkları her şeyi çocuklarının iyiliği için yaptıklarını belirteceklerdir. Çocuklarını sevdiklerini, değer verdiklerini belirteceklerdir.Kürdistan’daki sevgi bu düzeyde özünden boşaltılmış ve bu düzeyde ters-yüz edilmiştir. İyiliğini düşündüğünden kaynaklı yaşamlar mahvedilmekte, sevdiğinden kaynaklı farklı yaşam alternatifleri bırakılmamaktadır. Çocuklarımızı koruyoruz adı altında hakketmedikleri bir yaşamı dayatmaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Ülkesinden ve bağlarından kopan bir insanın yaşayacağı zorlanmalardan, sıkıntılardan, bunalımlı yaşam tarzlarından bu aileler sorumlu olmaktadır. Olması gereken doğru olanın, hakiki olanın öğretilmesi ve buna dönük bir yaşam tarzının kavratılmasıdır.
Son intihar olaylarına bakıldığında depresyon diye tarif edilen aslında bir kapitalist sistem hastalığı olan durumun etkili olduğu belirtilmektedir. Özellik ile Ülkeden kaçıp gelen kesimler arasında intihar vakalarında bir artışın olduğu belirtilmektedir. Bu durumun nedenini ve sonuçlarını doğru analiz etmek konumuz açısından da ön açıcı olacaktır. Genelde yaşanan bunalım hali toplumsallığın zayıfladığı, maneviyatın azaldığı, yaşama olan bağlılık ve umudun bitmeye yakın olduğu yerlerde gerçekleşmektedir. Bundan yola çıkarak şu hususu belirtebiliriz ki kendi yaşadığı öz topraklardan, vatanından kopmuş bir birey her zaman bu tür bunalımlar yaşamaya yatkın olmaktadır. Gittiği mekanlarda bireyi ayakta tutabilecek maneviyatı bulamayan, yaşama dair umut ve idealleri kalmayan bireyler çözümü intiharda bulmakta, bu şekilde yaşamlarına son vermektedirler. Dikkat edelim Kürdistan tarihsel ve toplumsal olarak her zaman yaşamın mekanı olarak ele alınmıştır. Böyle bir gerçeklik kültürü içinde yetişen bir bireyin kedini ölüme mahkum etmesi kadar acı verici bir durum olmayacaktır.
Bu intihar durumu sadece var olan tablonun bir kısmını yansıtırken diğer bir yönü de fiziki ölümden daha beter olan lümpenleşme ve yozlaşma durumu olmaktadır. Kendi kültüründen uzaklaşma durumu ölümün diğer bir adı olmaktadır. Oturuşu, giyinişi, şekli ve yaşam tercihleri ile tamamen kendi kültüründen kopmuş bir gerçekliğin ifadesi ancak kültürel intihar ile ifadelendirilebilinir. Kendini ölüme yatırmanın bir başka ifadesi de bu şekilde olmaktadır. İçinden çıktığı kültürel gerçeklikten utanılan bir durum açığa çıkmaktadır. Utanılan şey aslında kendi gerçekliğimiz olmaktadır. Lümpenizm kendi özünü inkar etmenin adı olmaktadır. Güdülerini tatmin etmenin tek yaşam yolu olarak ele alınmasıdır. An’ı yaşamanın ilahlaştırılması ve bunun için toplumsallığın bitirilmesidir. Bunun yanında ahlaki ölçülerin yer ile bir edilmesidir. Ahlaki ilke ve ölçüleri aşınmış olan birey her türlü şeyi yapma potansiyelini kendinde barındırmaktadır. Lümpenizm bir yönü ile ahlaki ölçülerin bitirilmesidir. Yani bireyin güdülerinin toplumsal değerlerin önüne çıkarılması, toplumsallığın kurban edilmesidir.
Öğrenci gençlik üzerinden de kimi politikalar geliştirilmek istenmektedir. Avrupa ve Amerika’daki Üniversitelerin reklamları yapılarak, gençlerin yönünün buraya verilmesi amaçlanmaktadır. Bir dönem Fetullah Gülen Cemaati eli ile yapılan bu çalışmalar AKP-MHP iktidarı döneminde daha da derinleştirilerek sürdürülmektedir. Fetullah Cemaati Kürdistan’daki gençleri özellikle lise okuyanları 6 ay ve 1 yıllığına Amerika ‘ya götürerek eğitim verdirtmeye çalışmaktaydı. Bunun ile amaçladığı esas şey hem Kürt gençlerini asimile etmek hem de ülkeden çıkışlarının zeminini sağlamayı amaçlamaktadır. AKP-MHP Özel savaş rejimi de Üniversiteye gitmek isteyen gençleri en düşük puan ile birlikte dışarıdaki Üniversitelere yönlendirmekte olup, her türlü kolaylığı bu kişiler için sağlamaktadır. Belki yöntemler değişebilir fakat sömürgecinin bu konudaki amacı aynıdır.
Bakûr’daki politikalar ile Avrupa’daki politikaların birbiri ile nasıl bir eşgüdüm ile hareket ettiklerini kanıtlayan birçok somut örnek olmaktadır. Dikkat edelim Botan gençliğinin çoğu Almanya’da bulunmaktadır, Serhad gençliği fransa‘da, Amed gençliğide Hollanda’da bulunmaktadır. Parçalanmanın bu kadar düzenli olması bir tesadüf müdür? Çok iyi bilmekteyiz ki bu durum bile tesadüf olmamakta, düşmanın bilinçli politikalarının sonucunda ortaya çıkmaktadır. Öyle anlaşılmaktadır ki her devlet kendisi için bir yöntem ve tarz belirlemiştir. Sömürgeci sistem bu şekilde her Kürt şehrinin gençliğine bile farklı farklı politikalar belirleyecek düzeyde araştırma ve incelemeler yaparak sonuç almak istemektedir. Son süreçte Cizre, Nusaybin, Qoser hattında düşman gençliğe dönük pasaport işlemlerini kolaylaştırarak buralardan çıkış için zemin ve imkan yaratmaktadır. Özgürlük mücadelemiz nerede kendini güçlü bir şekilde örgütlemiş ve taban olarak gelişkinlik göstermekteyse o alanı ve o alandaki gençliği temel hedef olarak belirlemektedir.
Ayrıca bazı devletler Kürt gençleri için daha özel faaliyetlerde yürütmektedirler. Almanya son süreçte kimi Kürt tipi modeller ortaya çıkarmakta ve yoğun bir özel ve psikolojik savaş Ezidi gençliği üzerine uygulamaktadır. Nadya Murat gibi özgürlük güçleri tarafından Daiş’in elinden kurtarılan kişileri örgütleyip, bir model olarak sunmakta bu şekilde Ezidi gençlerinin yönünü bu devletlere verdirmektedir. Yine dijital medya hesaplarından Almanya’da ne gibi güzel ve şatafatlı bir yaşamın beklediğine dair yoğunca reklamlar yapılarak algılar oluşturulup, yöneltilmektedir. Bu reklamlar da güzel iş imkanlarından, güzel evlerden bahsedilip yoğun bir bombardıman yapılmaktadır.
Yukarıda genişçe açmaya çalıştığımız düşmanın bu yönelimlerine karşı bizim tutum ve tavrımızın nasıl olması gerektiği yine ne yapmamız gerektiği önemli bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Bu konulara dönük bilinç sahibi olmak gerekmektedir. Bu açıdan kendimizi her yönü ile eğitmek, donanımlı kılmak olmazsa olmazdır. Bu durumlara yol açan esas sebeplerin başında kapitalist modernitenin ideolojik bombardımanlarına karşı koyabilecek ideolojik düzeyi kendimizde geliştirmekten geçmektedir. Kendini bu noktada yeterli hale getirmeyen, düşman gerçekliğinin farkına varamamış her birey, kapitalist modernitenin bir aracı olmaktan kurtulamayacaktır.
Yine yurtseverlik bilincini ve maneviyatını kendimizde yaşamsal kılmak esas noktalardan biri olmaktadır. Kürdistan’daki yurtseverlik damarı bunca sömürü ve işgal politikalarına rağmen halen canlılığını korumaktadır. Özgürlük hareketi bu zemin üzerinden gelişerek var olan ölçüleri daha büyük bir noktaya getirmiştir. 50 yıllık mücadele tarihimiz bunun sayısız kahramanlıkları ile dolu olmaktadır. Bin yılların direnişçiliği ve emeğinin ifadesi olan bu toprakları bırakıp, gitmek o kadar kolay olmamalıdır. Bu terkedilmeyi değil, savunulmayı haketmektedir. Bu anlamda Önderliğimizin bir çözümlemesinde belirttiği ’’ Gerçeklerin her şeyden önce bu temelde doğru kavranması ,bizi en başta da toprak ile giderek tarih ile tanıştırdığı gibi insanlıkla da tanıştırabilir. Bunun dışında kendimizi tanıma söz konusu olamaz. Bunun dışında gelişme olamaz. Sosyal olarak gelişmek, aile kurmak, daha ileri gelişmeleri yaşamak mümkün değildir. Önce toprakta özgür yaşamaktan da önce, bunun bilincine ve ruhuna ulaşmak gerekir. Yurtsever ruh ve bilinci taşı-toprağı, tarihi, onun üzerinde yaşayan halkın tarihini sevmek gerekir. Bu sevgi toprak sevgisine götürür. Toprak sevgisi de halk sevgisine götürür. Partimizin büyük gerçeklerinden birisi de böylesine bir yurtseverlik arayışı ve buluşunun sağlanmasıdır. Bin defa öldürülmüş çiğnenmiş toprak parçamızda bu yurtseverlik duygusu ile ve doğru bir temelde bağlı olmaya götürmek görevimizdir. Bundan bir vatan yaratma, orada yaşamayı esas alma ve bunu ulusal kurtuluşun temel çelişkisi olarak görme, bütün savaşı bu temelde esas çelişkinin çözülmesine bağlı olarak geliştirmek gerekir. Halkı kendi öz kimliğine ulaştırmak, örgütlü çabasına ulaşabilmek, bunu doğru ele almak, doğru eyleme geçmek ,yurtseverlik özelliklerinin kilit taşlarından biridir. Bu konu da ısrarlıyız. Ancak bunu kavrayıp bunun için savaşıma cesaret ettiğimizde insanlık ailesine açılabiliriz.’’ Belirlemeleri, gerçekliğimizi her yönü ile ifade etmektedir.
Kürdistan gençliği için belirtilen hususlar daha fazla yakıcı olmaktadır. Bir Kürt gencinin topraklarını bırakmasının hiçbir geçerli sebebi yoktur. Bunun için sebep arayanlar kendilerini kandırmaktadırlar. Önder Apo, kahraman şehitlerimiz ve özgürlük gerillası bu topraklarda yaşanmaya değer erdemler için bu kadar mücadele vermiş ve vermektedirler. Bu verilen emeği ve bedeli artık zalim Tanrılar bile inkar edemezken nasıl olur da Kürdistan gençliği bunu görmezden gelebilir ve buna sırt çevirebilir. Kürt gençliği her zaman şu soruyu kendine sormalıdır, bunca kan ve ter kimin için ve ne için akıtılmıştır? Bu soruya verilecek doğru cevap bizi daha anlamlı ve hakiki bir pratiğe yöneltecektir. Bu temelde Kürdistan gençliği her zaman kendini yurtseverlik ve devrimcilik ölçüleri temelinde sorgulamalıdır. Önderlik savunmaları ve çözümlemeleri temelinde kendi kişiliğini ele almalıdır. Anlamlı ve özgür bir yaşamın buradan geçtiğini bilmeli ve görevlerine sahip çıkmalıdır.”