Felsefe ve SosyolojiGenel
Özgürlük Bilinci – Atakan Mahir
Özgürlük Sosyolojisinden bahsederken, Önderliğin soyut bir özgürlük derdinin olmadığı belirlenmiştir. Zihniyet ve kurumsallaşması-bedenleşmesi olarak özgürlüğün somut toplumsallaşmasını, yani zafer kazanmasını istiyor. Bunun Önderliğidir. Bunu kendisiyle başlatmıştır. Böyle bir iddiası var. Yaratım anı olarak Özgürlük Sosyolojisi uygarlıktan ve günümüzün hâkim modernitesi olan kapitalizmden önemli bir kopuşu ve yeni bir toplumsallaşmayı ifade eder. Buna göre devrim, devrimci ve devrimci inşa tanımlamaları Özgürlük Sosyolojisi çerçevesinde yeniden yapılır. Bu anlamda Özgürlük Sosyolojisi çok ciddi bir inşa bilincidir. Ahlaki-politik toplumun tekrardan güçlü bir şeklide ayakları üzerine dikilmesidir. Özgürlük Sosyolojisiyle beraber Önderlikte ifade olunan özgürlük, olgunlaşmış bir özgürlüktür. Hepimiz biliriz; özgürlükler ya da ilk tepkiler çok fazla duygu içerir. İlk kopuşlar tepkiseldir. Önderlik, insanlığın özgürlük deneyimlerini köklü bir biçimde gözden geçirmiş. Şu anda Önderlik paradigmasında olgunlaşmış bir özgürlükle karşı karşıyayız. Tepkisellik ve salt eleştirme çoktan aşılmış, var olanın karşıtı, alternatifi kurulmaya çalışılıyor.
Örneğin Marks’ın bütün teorisi eskiyebilir. Önerdiği kurumlaşmalarının bir kısmı tutmayabilir. Ama Marks’ın insanlığa verdiği en büyük değer devrim düşüncesidir. “Bu dünya böyle yaşanmaz, yenisini kuracağız” fikridir. Bu çok yüksek bir duygudur. Hala toplumu etkiler. Marks’ın aşıldığını söylüyorlar. Bu bir ölçüde doğru olabilir. Kitaplar ve teorisi eskiyebilir. Bunlar sorun değildir. Ama yüz elli yıl geçmiş olmasına rağmen Marks’ın insanlığa kalıcılaşan en büyük hediyesi devrim düşüncesidir. Sistemli, bilimsel, karşıyı iyi tahlil eden, buna karşı programdan geçmiş bir güç olmayı, güç biriktirmeyi ve beğenmediklerimizi yıkmayı öneren bir düşüncedir. Bu, çok büyük, çok yüksek bir özgürlük düşüncesidir ve saygı duymak gerekir. Ama o da hala tepki düzeyindedir.
İlk kopuşlar tepkiseldir. Kendimizden ele alalım. On sekiz, on dokuz yaşında gençler olduğunuz zamanı hatırlayın; bütün dünyaya tepki alırsınız. Niye? Çünkü kişiliğinizi oluşturacaksınız ve kişiliğiniz önünde herkesi engel olarak görmeye başlarsınız. Bu nedenle tepki duyarsınız. Bu tepkinin içine her şeyi koyarsınız. Bir şey yaratmamışsın, daha kişiliğin oturmasına çok zaman var, ama zannedersin ki kişilik oturmuş. O tepkiyle her şeyi çözdüğünüzü, dünyayı da bunun içine yerleştirdiğinizi sanırsınız. Kürtsünüz eziliyorsunuz; sizi ezen Arap, Fars egemenleri var. Buna karşı uyanan ilk bilinç çok tepkiseldir. Arap, Fars, Türk egemenliklerinden nefret duyarsınız. Ancak bunu yaparken çoğu zaman ona ne kadar benzediğinizi fark etmezsiniz. Ya da aslında onu yıkıp yerine geçmeyi düşünürken bunun ne kadar tepkisellik içerdiğini düşünmezsiniz. O dönem için tepki, yeterli görülür. Ama olgunlaştıkça “ben kendim olmalıyım; Arap, Fars, Türk beni ilgilendirmez. Ben Kürt olduğum oranda zaten onları aşarım. Bir de karşıyı iyi bilmeliyim” demeye başlarsınız. Bunları söyleyebilmek çok olgun bir düşünce ister. Hepimiz özgürlük bilinçlerinde bunu yaşamışızdır.
Mesela parti içerisinde erkeğe de bir özgürlük bilinci veriliyor. Partiye yeni gelirken hemen hiç kimsenin ciddi bir sorgulaması yoktur. Öncesinde bir dünyanın içinde yaşanmıştır. Ardından yavaş yavaş kadın özgürlük bilinci öğretilince ilk kopuş ne olur? Utanma olur. “Nasıl böyle bir kişilikle yaşamışım, kadına yaptıklarımız ne kadar yanlıştı” denir. İlk adımlar tepkisel olur. O anda tepkisel bir tutum açığa çıkarırsın, ama meselenin ne olduğunu derinlikli fark etmezsin. Çok sonra bir sistemle karşı karşıya olduğunu, bir zihniyet ve yapılanma olarak çok ciddi bir sistemden geçtiğini fark edersin. İlk fark ediş tepkiyi ve duygusal kararları doğurur. “Madem bu sistem kötüydü, şimdiye kadar kötü davrandık, şimdi kadın arkadaşlara kötülüğümüz dokunmasın” denir. Duygusaldır, utanma içerir. İlk aşamalardır. Ya da bir kadın arkadaş için düşünün. İlk tepki ne olur? Doğal olarak erkeğe karşı bir öfke gelişir. İlk tepkisellikler ve kopuşlar, özgürlüğü içeren ilk adımlar erkeğe tepki, kendi cinsine sevgi içerir. Bir erkek, sen suyu geçerken sana elini uzatır, “ne oldu ben kendim geçemez miyim?” dersin. Yükünü paylaşmak istediğinde kendinin de taşıyabileceğini söylersin. Sonra yavaş yavaş o özgürlük bilinci, o kopuş derinleştikçe ne olur? Erkek dışında çok güçlü bir kadın tanımına ulaşır. Sonra erkeği bile içine alacak özgürlük ve dünya tanımlamalarına varılır.
İlk tepkisellik çok derin bir düşünce ve sistem içermeyebilir. O zaten ilk ezilenlerin çabalarını ifade eder. Şimdi Marksizm’in teorisini yani yüz elli yıl önceyi sorguluyoruz. Çok fazla karşılarındaki güce benzedikleri için eksikliklerini görüp, eleştiriyoruz. Bir sınıfın içinde bulunduğu durum zoruna gitmiş, özgürlük bilinci gelişmiş; hafifçe “ben de bu dünyayı yöneteyim” demiş. Çok ağır bir tepkisellik içeriyor, başlangıç açısından kötü de değildir. Aslında belki de büyük büyük teorilere bindirmeye gerek yok. “Eziliyorum, ezilmemem lazım” demek yeterli olabilir. İlk kopuşlar, kendini yaratan sınıfa ve sisteme tepkiden ibarettir. Çözüm onu yıkmak, yerine geçmek olarak belirlenir. Tepkiselliği barındırıyor. Alternatif bir sistemi yok. Hatta karşıya benziyor, bundan bile haberi yok!
Özgürlük çizgisinde olgunlaşma, bütünleşme, sadece karşıya tepki duyarak değil, kendinin ne olacağı üzerinden kendini tanımlamaktan geçer. Kendinin ne olacağı üzerinden kendini tanımlayan, karşısına da nereden tepki duyacağını bilir. Kapsaması gerekiyorsa kapsar. Hangi aşamalardan geçip birlikte yaşayacağını tutturur. En genel anlamda kapsayıcılık oluşturur. Bu, düşman varsa düşmana olan tepkiyi azaltmaz. Bir erkek egemenliği varsa ona tepkiyi azaltmaz. İlk tepki aşamaları kendini yanlış tanımlamalardır. İlk kopuş olarak değerlidir, ama özgürlüğe yetmez. Mesela “erkek kadın olmayan, kadın erkek olmayandır” şeklinde tanımlama yapılamaz. Bu, kendini karşıtı üzerinden dar bir biçimde tanımlamadır. Doğrusu nedir? Kadın ve erkek apayrı dünyalardır. Ama birbirini içerecek kadar bağlılıkları vardır. Yani olgu ve olaylar karşıtı üzerinden tanımlanmaz. “Kürt, Türk olmayandır” denilebilir mi? Bazı yemeklerimizin onlarınki gibi olmasında ne sakınca vardır? Ama Kürt, Kürt’tür. Onu Türk’e, Fars’a, Arap’a göre tanımlamak olmaz. O zaman özgürlük de öyle kurulmaz, mücadele de öyle gelişmez. Kendini iyi bilen biri, karşı özellikleri de iyi tanır ve ona göre de mücadele eder. İşte Özgürlük Sosyolojisi bu anlamda kendini yetkin bir kavrayış, olgunlaşmış bilinç ve özgürlük anlamlarına gelir.
Özgürlük Sosyolojisi ezilenlerin olgunlaşmış sosyolojisidir. İçeriği itibariyle bütün ezilenler adına geniş tanımlamalar var. Bir tepki içerdiği doğrudur ama bu çok olgunlaşmış ve kopuş aşamasını çoktan geçmiş bir tepkidir. Kendi adına söylediği sözler, baştan beri kendisine yönelik tanımlamalar çoktur ama bununla yetinilmemiş. Karşıyı bile aşacak kadar alternatif üretilmiş. Alternatif üretilirken, ona benzeşmemeye dikkat edilmiş. Gerçekdışı davranılıp, karşıyı yıkıp yerine hemen yenisini geçirmekten söz edilmemiş. Ara aşamalar ve rasyonalite de devre dışı değildir. Özgürlük Sosyolojisinde bunların hepsi vardır. Çok köklü kendini tanımlamalar içerir.