Genel

Kapitalist Modernitenin 68 Kuşağına Yaklaşımı

Jînda Sozdar
1968’den sonra kapitalist modernist sistem “gençliğe karşı hangi politikaları geliştirdi, hangi araç ve yöntemleri kullandı?”, “Gençliğin sisteme entegre edilmesi, gençliğin uysallaştırılması, a-politikleştirilmesi hangi yol ve yöntemlerle sağlandı?” sorularına ciddi araştırmalarla cevap vermek gerekmektedir. Böyle bir araştırma gençliği kapitalist modernist sistem karşısında daha donanımlı hale getirebilir. Bu yönlü araştırma ve incelemeler mutlaka olmuştur. Gençliği kapitalist modernite karşısında donanımlı, etkili bir muhalefet gücü haline getirecek çok kapsamlı araştırma ve incelemelerin yapılması zorunlu bir görevdir. Bununla gençliğin özel savaş politikalarından, psikolojik savaş harekatlarından kurtulmasını sağlamak yaşamsaldır. 1968 Gençlik Hareketini değerlendirirken, o büyük gençlik ruhuna saygı ve bağlılığın bir gereği olarak, bu harekete yönelik kapitalist modernist, emperyalist güçlerin saldırılarının iyi ortaya konulması gerekmektedir. ‘68 Gençlik Hareketinin dalga dalga dünyaya yayılması, özgürlük ve demokrasi ruhunun sınırları tanımadığını göstermiştir. Sadece tek tek ülkelerde değil, bütün dünyada özgürlük ve demokrasi özleminin olduğunu; eşit, sömürüsüz ve baskısız bir dünya özleminin güçlü olduğunu göstermiştir. Özgürlük ve demokrasi özleminin güçlü biçimde evrenselleştiğini, bütün dünyayı kapsayan bir özlem haline geldiğini kanıtlamıştır. Özgürlük ve demokrasi düşüncesinin çok güçlendiğini, bu özlemler doğru sahiplenilir, örgütlülüğü geliştirilir, öncülüğü yapılır ve toplumlara iyi anlatılırsa hiçbir egemen gücün, zorba rejimlerin bu güce karşı ayakta kalamayacağını ‘68 Gençlik Hareketinin dinamizmi kanıtlamıştır. ‘68 Kuşağının ayağa kalkışı toplumların dünya genelinde özgürlük ve demokrasi özlemlerinin ulaştığı düzeyi gösteren önemli bir veri olmuştur. ’68 Hareketi; anayurdu olan Avrupa’da en az kapitalist modernist sistemin toplumsal sorunların ana kaynağı olup çözüm yeteneğinin olmaması kadar, Reel Sosyalizmin de toplumsal sorunlar karşısındaki çözümsüzlüğüne bir tepki hareketi olarak ortaya çıktı. Toplumsal muhalefeti yaşamın her alanına yayan bu dalga, sorunların çözümsüzlüğü karşısında radikalleşmiş, silahlı mücadele boyutlarına varmıştır. Almanya’da ortaya çıkan RAF Kolektifi, İtalya’daki Kızıl Tugaylar, Fransa’daki Doğrudan Eylem gibi örgütlenmeler, Avrupa emperyalizminin sahte “demokrasi ve insan haklarına saygılı…- maskesini düşüren, devletleri uzun süre uğraştıran devrimci gençlik hareketleri olarak değerlendirilmelidir. Bu hareketlerin şiddete başvurmaları, Avrupa devletlerinin saldırıları sonucunda olmuştur. Aşırıya kaçan yanları olsa da, bunun temel sorumlusu kapitalist modernist sistemin toplum karşıtlığı ve saldırganlığıdır. ‘68 Gençlik Hareketi ve Kuşağı tabii ki Türkiye’yi de derinden etkilemiştir.

Türkiye’de var olan rejim tekçi, baskıcı ve sömürücü, NATO üyesi bir Gladio rejimidir. NATO üyesi oluşu nedeniyle ABD ve Batı için önemlidir. Tamamen kontrol edebilecekleri, kullanabilecekleri bir rejim olması için de toplumun istek ve taleplerinin ortaya çıkmayacağı bir Türkiye istemektedirler. Türkiye’de cumhuriyet tarihi boyunca sosyalistlerin mevcut otoriter düzene karşı itirazları olmuştur. Yine Kürtler üzerlerindeki sömürgeci, kültürel soykırımcı sistemi kabul etmediklerini, razı olmadıklarını çeşitli tepkilerle, direnişlerle ortaya koymuşlardır. Kuşkusuz çoğunluğu Müslüman olan Türkiye’de İslami kimi çevreler de baskı altına alınmıştır. Kendine göre devlete ve iktidara bağlı İslami kurumlar ve bunlar üzerinden de dini kendi sisteminin parçası haline getiren, buna gelmeyenleri de baskı altında tutan bir düzen kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti gerçekten de otoriter, baskıcı, sömürücü bir zulüm düzeni olmuştur.

Türkiye’de ’68 Kuşağı ve Gençlik Hareketleri 1950’lerde dünyada faşizmin yenilgiye uğratılmasından sonra otoriter rejimlere karşı bir antipati ortaya çıkmıştır. Avrupa toplumunda otoriter rejimlere karşı oluşan tepki toplumsallaşmıştır. Bu açıdan Batıyla ilişkisi olan Türkiye’de hem otoriter karakterinin yaratacağı olumsuzlukları gidermek, hem de halkların ve toplumun ortaya çıkabilecek tepkileri karşısında, bu tepkilerin azaltılması için kendine göre “çok partili yaşam” dedikleri, demokrasi adını verdikleri yeni bir siyasal sisteme geçmişlerdir. 1950-60 arasında böyle bir deneyim yaşanmıştır. Ancak bu deneyim aslında o güne kadar durdurulan elit, bürokratik kesim tarafından kontrol edilen iktidar imkanını 50’lerden sonra siyasi mücadeleye dönüşmüştür. Egemenler arasında bir siyasi mücadele sürmüştür. Türkiye’deki asker sivil bürokrasisine ve devletçiliğe dayanan, ekonomik ve sosyal sistemi devletçi olan klasik iktidar bloklarıyla geleneksel yerel sosyal, ekonomik güçlere dayanan kesimler arasındaki iktidar mücadelesi 1960’ta bir askeri darbeyle sonuçlanmıştır. 1945’ten sonra Türkiye’de çift partili hayata geçme biçimindeki eğilim, 1960’ta Avrupa’ya daha fazla yakınlaşmak adına kısmi düşünce ve örgütlenme özgürlüğü ile bu yönlü sınırlı imkanlar ortaya çıkarmıştır. Kuşkusuz bu kısmi değişikliklere karşın Kürtler ve İslami güçler üzerindeki baskı ve sömürü düzeni sürdürülmüştür. Sosyalistler açısından da zulüm ve sömürünü sürdürülmüştür. Yine de Avrupa’da etkili olan sosyal demokrasi çerçevesinde düşünce ve örgütlenme özgürlüğü konusunda belirli şeyler yaşanmıştır. Bunun getirdiği etkiler vardır. Zaten sol güçlerin mücadelesi ile Kürtlerin tepkisi vardır. İşte, tam da böylesi bir ortamda, 1968’te Türkiye’de de zulme, baskıya, sömürüye itiraz eden bir gençlik hareketi ortaya çıkmıştır. Bu hareket hem dünyadaki gençlik hareketlerinden etkilenmiştir, hem de Türkiye’deki rejimin baskı altında tuttuğu kesimlerin gençleri mevcut sisteme karşı itirazlarını güçlü biçimde ortaya koymuşlardır. Bu nedenle sadece bir gençlik hareketi olarak görmemek lazım; Türkiye toplumunun itirazı, ayaklanışı ve seslenişi olarak değerlendirmek gerekiyor. NATO’nun uç karakolu olmasından dolayı daha fazla baskı altına alınan Türkiye gerçeği vardır. Bırakalım sınırların değişmesini, Türkiye içindeki siyasal iktidarın karakterinin köklü değişmesine bile izin verilmemektedir. Yani demokratikleşmesinin kabul edilmesi mümkün değildir. Türkiye’nin demokratikleşmesi demek toplumun iradesinin ortaya çıkması, toplumun taleplerinin açığa çıkması; dolayısıyla toplumun güçlenmesi demektir. Toplumun, halkın güçlendiği bir yerde emperyalizme karşı, kapitalist sisteme karşı itirazlar da güçlü olabilir. İrade kazanan bir toplum gerçeği ortaya çıkabilir. Toplumun irade kazanmaması için Türkiye’nin demokratikleşmesi istenmemiştir. Bu açıdan da toplum çok yönlü bir baskı ve zulüm cenderesine alınmıştır. Türkiye’deki gençlik hareketinin bu kadar güçlü çıkmasının nedeni dış gerici güçlerle, iç gericiliğin Türkiye toplumunu baskı altında tutma ihtiyacı sonucu ortaya çıkan otoriter rejime karşı halkın ve gençlerinin tepkisidir. Bunların sembolleri de Denizler, Mahirler ve İbrahimlerdir. Kuşkusuz birçok gençlik Önderi vardır. Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Hüseyin Cevahir, Ali Haydar Yıldız ve daha isimleri anılabilecek birçok gençlik Önderi vardır. Bu gençlik önderleri toplum üzerindeki baskıya karşı isyan etmişlerdir. O dönemde bir Türkiye İşçi Partisi vardır. Türkiye İşçi Partisi ilk defa sol değerleri, emekçiyi savunan, baskıya ve zulme karşı çıkan bir siyasal partidir. Hatta bu karakterinden dolayı bazı Kürtler de içinde yer almıştır. Ama Türkiye’deki baskı ve zulüm o kadar fazla; buna karşı toplumun tepkisi o kadar derin ki, İşçi Partisi bu gençleri tatmin edememiştir. Bu gençleri içinde tutacak bir siyasal programa, eylem çizgisi ve bir gelecek projesine sahip olamamıştır. Bu nedenle de gençlik 60’ların sonunda İşçi Partisinden büyük oranda kopmuştur. İşçi Partisi Gençliği kontrol edemeyince, bu hareket de doğal olarak sadece bir gençlik hareketi olarak kalmamış, sosyalist siyasal hareketler olarak gelişmişlerdir. Bu gençlik önderlerinin her birisinin kendi birikimleri ve düşündükleri Türkiye çerçevesinde bir sosyalist hareket yaratması, Türkiye’de sorunların ne kadar köklü olduğunu ve bu sorunların öyle sıradan siyasal zihniyetle çözülemeyeceğini göstermektedir. Yani Türkiye’nin sorunları ancak radikal yol ve yöntemlerle çözülebilir düşüncesi gelişmiştir. Bu nedenle gençlik radikal devrimci hareketlere yönelmiş, radikal örgütlenmeler oluşturmaya çalışmışlardır. Bu gerçeklik sadece gençlerin sübjektif niyetleriyle ilgili değildir, Türkiye’deki karakteriyle ilgilidir. Türkiye’deki sorunların çözümünün ancak radikal hamleler, radikal dönüşümlerle gerçekleşebileceğinin somut ifadesidir. Bu nedenlerle radikal hareketlere yönelmişlerdir. Nitekim gençlik içinde büyük bir taraftar kitlesi de bulmuşlardır. Giderek toplumu da etkilemişlerdir. Öyle ki herkes kendi siyasal emellerine ulaşmak için bu dinamik gençlik gücünü kullanmak istemiştir. Türkiye’de ordu içindeki biraz daha millici olan Kemalist kesim –ki bunlara sol Kemalistler deniyor- bile bu gençliğe dayanarak iktidarı ele geçirmek istemişlerdir. Bu gerçeklik de Türkiye’deki sorunların ne kadar köklü olduğunu, gençliğin ne kadar radikalleştiğini ortaya koymaktadır. Gençliği bu kadar radikalleştiren, sorunların köklü olmasıdır. Sorunların çözümünün de ancak köklü siyasal hareketler ve dönüşümlerle olabileceği gerçeği nedeniyle gençlik böyle bir eğilim göstermiştir. Bu tutum hem gençlik, hem de toplum içinde taraftar bulmuştur. Bu gerçeklik görülmeden ne o dönemin Türkiye’si, ne de gençliğin tercihleri ve yönelimleri doğru anlaşılabilir. Aslında ‘68 gençliğinin duruşu, yönelimleri Türkiye gerçeğini anlamak açısından önemli veriler sunmaktadır. Bugün bile Türkiye gerçeğini anlamak isteyenlerin ‘68 Kuşağı yönelimlerinin nedenlerini araştırmaları gerekir. Neden ‘68 Hareketi dünyadaki başka hareketlerden daha radikal oldu? Türkiye’deki ‘68 Hareketi ise dünyadaki diğer hareketlerden daha fazla ideolojik ve politik bir yönelime girdi? Bırakalım belirli bir ideolojik-politik eğilime sempati duyulmasını, bizzat radikal ideolojik-politik eğilimlere öncülük edilmesi, bunun örgütlendirilmesi yaratması ve eylemine geçilmesi söz konusudur. Bu yönleriyle Türkiye’deki ‘68 Kuşağını irdelemek, anlamak çok çok önemlidir. “Denizler, Mahirler, İbrahim şöyle militandı” demek yetmez. Neden böyle militanlar olduklarının çok güçlü biçimde irdelenmesi ve açığa çıkarılması gerekir. Kuşkusuz Türkiye’nin NATO üyesi olması, başta ABD ile çok fazla dış güçlerin etkisinde olmasının da bunda rolü vardır. Tüm bunlara rağmen eğer toplumsal çelişkiler güçlü, toplumsal sorunlar bu denli ağır olmasaydı Türkiye’deki rejim ne kadar dış güçlere bağlı olursa olsun, böyle güçlü ve bilinçli bir hareket ortaya çıkmazdı. Bu hareketlerin ortaya çıkışını sadece Türkiye’nin dış güçlere, NATO’ya bağlılığıyla açıklamak yetersiz kalır. Bu nedenle Türkiye’nin toplumsal yapısını, siyasal, kültürel, sosyal yapısını; içte yaşadığı çelişkileri, ağır sorunları, ağır memnuniyetsizlikleri, güçlü itirazları görmek gerekir. Bunu görmeden ‘68 Kuşağı değerlendirmesi yapmak, bunu görmeden Denizleri, Mahirleri, İbrahimleri yüceltmek gerçekten yüzeysel ve yetersiz kalır. Denizleri, İbrahimleri, Mahirleri ve tüm devrimci gençlik önderlerini ve onların ortaya çıkardığı hareketleri anlamak açısından kesinlikle Türkiye’nin temel siyasal ve toplumsal sorunlarını iyi anlamak gerekir. Tabi ki Kürt sorunu bunların en başında gelmektedir.

Bunun yanı sıra emekçiler üzerinde büyük bir sömürü düzeninin kurulması gerçeği vardır. Çok farklı etnik, kültürel ve dinsel topluluklara sahip Türkiye’de tekçi siyasal, sosyal, kültürel ve inanç yapısı yaratılması gerçeği vardır. Bu nedenle ‘68 Kuşağı iyi irdelenirse tabii ki Sünni Türk gençleri de yer almışlardır. Kürt gençlerinin ‘68 Kuşağı içindeki rolleri gerçekten etkindir. Farklı etnik, kültürel ve dinsel topluluklardan, inançlardan gelen çevrelerin çocukları da bu işin içindedir. Bu gerçekliğin de görülmesi gerekir. Bu yönüyle de tekçi, baskıcı, ulus-devletin ezdiği toplulukların tepkisi gençlik şahsında dışa vurmuştur. Gençliğin tepkisini içinden geldiği toplumun tepkisi olarak görmek gerekir. Toplumun refleksleri vardır. Gençler toplumun refleksleri içinde yaşıyorlar. Her gün annelerinden, babalarından, çevrelerinden bir şeyler duyuyorlar ya da genç olarak yaşadıkları toplumun sorunlarını görüyorlar. Tüm bunların da gösterdiği gibi 1968 Türkiye’sinde Kürt’ü, Türk’ü, Alevi’si, Sünni’si, Çerkez’i, Ermeni’siyle bütün bir toplumun gençlerinin itirazı ve ayağa kalkışı gerçekleşmiştir. Kuşkusuz ‘68 Gençlik Hareketi, Fransa’da, ABD ve Avrupa’da etkili olmuştur. Oralarda kendi ülkelerinin emperyalist politikalarına karşı çıkış vardır. Türkiye’de, NATO’ya karşı çıkış kadar, bizzat kapitalist emperyalist sistemin baskısını gören, ona bağımlılık içinde olan ülkelerin gençliğinin tepkisi daha da sert olacaktı. Emperyalizme karşı Türkiye’deki gençlerin tepkisinin Fransız ve Amerikan gençlerinden daha fazla ve radikal olması, emperyalizmin Türkiye gibi ülkelerdeki topluma ve insanlara yaşattığı acılardan ötürüdür. Bu ilişkinin getirdiği baskı ve zulümdendir. Antidemokratik siyasal, sosyal ve kültürel yapılanmalardandır. Tüm bu nedenlerden dolayı Türkiye’deki ‘68 gençliği dünyanın diğer yerlerinden daha fazla kendi ülkesindeki siyasi tarihte etkisini göstermiştir. ‘68 Hareketi dünyada ve Türkiye’de bir dönüm noktasıdır. Hatta dünya genelinde bir dönüm noktası olma gerçeğinin yanında, tek tek ülkelerde böyle bir gerçeklikten söz edilecekse, Türkiye’deki ‘68 Kuşağının diğer ülkelerden daha fazla kendi ülkesinin siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel yapısını etkilediğini ve gelecekteki gelişmelerine yön verdiğini söylemek gerekir. Bu açıdan ‘68 Kuşağını birkaç devrimci gençle sınırlamak mümkün değildir. Onların etkisini çok uzun süreli görmek gerekmektedir. İdam edilen, vurularak şehit edilen önderler, devrimciler eğer sadece kendi pratikleriyle ya da kendi dönemindeki etkileriyle açıklanır ve öyle ifade edilirse; çok büyük bir yanlışa düşülmüş olur. Kesinlikle 1968 Kuşağının Türkiye tarihi açısından, Kürdistan tarihi açısından.

Türk’üyle, Kürt’üyle, Alevi’siyle, Sünni’siyle Türkiye’de yaşayan bütün topluluklar açısından büyük bir anlamı vardır. Kendi eylemlerinin, kendi hareketlerinin çapını da aşan, kendilerinin de öngöremeyeceği sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Kuşkusuz o gençlerin özlemleri vardı. Devrim yapmak istiyorlardı, Türkiye’de kendilerinin düşündüğü bir düzen oluşturmak istiyorlardı. Ama ağır saldırılar karşısında ömürleri kısa oldu. Ama yürüttükleri mücadele, kurdukları örgüt, yaptıkları eylemleri katbekat aşan çok büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Bir kere bu gerçeğin görülmesi gerekiyor. Eğer 1970-‘80 arasında gençlik hareketi, emekçi ve toplumsal hareketin çok büyük yükselişi gerçekleşmişse, Türkiye bir iç savaş durumunu yaşamış ve devlet krize girmişse; devlet iktidarı artık eskisi gibi yönetemez hale gelmiş ve bunun sonucunda 12 Eylül’de askeri faşist darbesi ve çok sert bir faşizmle toplumun uyanışı, ayağa kalkışı ezilmek istenmişse, bu durumu ortaya çıkaran ‘68 Kuşağının devrimci ruhudur. Onun yarattığı siyasal, toplumsal, kültürel etkidir. Onun ekonomik ve siyasal yaşamda yarattığı sonuçlardır. Bu açıdan çok büyük sonuçlar ortaya çıkarmıştır

Related Articles

Close