Genel

GENÇLİK VE ÖZSAVUNMA

Harun Welat
Gençlik ve öz savunma olguları tarih boyunca en çok iç içe geçmiş iki olgudur. Çokça belirtilen; “gençlik toplumun öncü gücüdür”, “gençlik toplumun ahlaki-politik değer yargılarını koruyandır”, “gençlik toplumun eylem gücüdür”, “gençlik toplumu savunup özgür yarınlara kavuşturandır” gibi birçok söylem bu gerçeklik üzerinden dillendirilmiştir. Doğruyu ifade eden bu söylemlerin yanı sıra; toplumların bugün hala egemen sistem karşısında direniş halinde olması, verili olan yaşamı kabul etmemesi ve özgür-yaşanılır bir yaşam oluşturma istem, arzu ve çabası bu gerçeklerin ürünü olarak süreklileşmektedir. Şöyle ki; toplumlar, gençliği bilinçli, örgütlü ve eylem halinde olduğu sürece sistem tarafından geliştirilen ve geliştirilebilecek her türden saldırı karşısında da doğru bir duruş sahibi olabilir. Özcesi gençlik, ‘kendini bil’diği, karşısında mücadele verdiği sistemi ve ait olduğu toplumun hayat koşullarını doğru analiz edip tanıdığı oranda toplumun ‘öncü’, ‘savunan’ ve ‘oluşturan’ gücü olabilir. Gençliğin yapısal özellikleri bu durum üzerinde etkide bulunmaktadır. Toplumsal kesimler içindeki özgünlüğü, gençliğin toplumsal öz savunmada daha aktif ve öncü olmasını beraberinde getirir.
Konum ve yapısal özellikleri nedeniyle her türden gelişime açıktır. Sorgulayan, sorguladıkça doğru ve yanlış yaşamı çözümleyen gençlik, açığa çıkan ve anlama kavuşturduğu toplumsal sorunlara en önce, etkin ve etkili bir şekilde tepki verir. Gençlik, toplumun en özgün kesiminden biridir. Bu özgünlük fiziksel olmaktan ziyade toplum içindeki konumundan ileri gelmektedir. Önder APO “Gençlik fiziki bir olay değil toplumsal bir olaydır” demektedir. Canlı, hareketli ve sürekli bir akış halinde olan gençlik toplumun en dinamik gücüdür. Değişimi mümkün kılan toplumsal güç olması itibariyle, toplumsal öz savunmanın sağlanmasında da öncülük rolünü oynamaktadır. Toplumlar nasıl ki gençlikten yoksun olarak düşünülemiyor ise, öz savunmanın yitimi de toplumlar için ölümden başka bir şey değildir. Gençlik kesimi olmadan toplumlar ayakta duramayacağı gibi öz savunması olmayan toplumlar da paramparça olmaktan ve sisteme tabi olmaktan kurtulamaz. Bu gerçeklik belki de en çok Kürt toplumu açısından geçerlidir. Kültürel soykırım politikalarının en vahşisine maruz kalan Kürt toplumuna hiçbir şekilde yaşam hakkı tanınmamaktadır. Her yönüyle varlığı tehdit altında olan Kürt toplumu öz savunmasını özgür gençlikle geliştirmeksizin varlığını koruyamayacaktır. Varlığını korumak ve bu temel üzerinden demokratik sistemini inşa öz savunmayla mümkündür. Başta Kürt halkı olmak üzere; bir bütünen toplumlar açısından gençlik ve öz savunma birbirinden koparılamayacak derecede bağlıdır. Biri diğeri olmadan olamaz. Toplumlar açısından gençliği ve öz savunmayı anlamlı kılan temel gerçeklik birbirini tamamlayan iki gerçeklik olmalarıdır.

Öz Savunma
Kavram olarak savunma; her hangi bir canlının yaşamına veya kendisine ait olana karşı gelişen bir saldırı karşısında korumaya geçmesi durumudur. Saldırı( öldürme, yok etme, yaralama, korkutma, yakalayıp etkisiz hale getirme gibi) amaçları farklı olsa da, savunma tek bir amaçla yapılır: varlığını korumak. Varlığını koruma ihtiyacı her canlıda bulunur. Her canlı varolmak ister. Bu istem evrensel oluşumun en temel ilkesidir. Sürekli akış halinde olan ve her an kendisini yeniden şekillendiren canlı bir evren gerçekliği var karşımızda. Tek hücrelilerden çok hücrelilere, bitkilerden hayvanlara ve insanlara kadar her canlı yaşamak için çaba sahibi olur. Bu çabanın öz savunmayla yoğun bağlantısı vardır. Varlığını koruma kendini savunmayı gerekli kılar. Bu temelde varlığı tehdit eden, gelişen her türden dış yönelim karşısında refleks göstermesi, karşılık vermesi her canlının en doğal ve vazgeçilmez hakkıdır. Kendini savunmak en kutsal haktır ve vazgeçilmezdir. Öyle ki, en temel yaşam refleksidir; hatta canlılığın yaşama garantisi, atardamarıdır denilse yanlış olmayacaktır. Her canlının kendisini savunma yetisi mevcuttur. Toplumsal gerçeklikte bu durum daha farklıdır. İnsan, diğer canlılar gibi doğuştan kendisini savunabilecek yetenekte ve güçte değildir. Güldeki diken, kedideki tırnak, kartaldaki pençe, kurttaki sivri diş veya kalın deriler gibi kendini savunma ve koruma araçlarına sahip değildir. Bir insan yavrusu tek başına doğaya bırakıldığında çok kısa bir sürede yok olmaktan kurtulamaz. İnsan, diğer canlılara oranla yetersiz kaldığı bu özelliklerini düşünceyle tamamladı. Gelişen düşünce gücü, insanı diğer tüm canlılardan farklı kıldı. İnsan düşünce gücünü kullanarak geliştirdiği ilişki biçimi ve araçlar yoluyla tüm fiziksel güçsüzlüklerini güce dönüştürdü. Geliştirdiği yeni ve hiçbir canlıda görülmeyen ilişki biçimiyle dezavantajlarını avantaja, doğayı ihtiyaçlarını giderme temelinde dönüştürme gücüne kavuştu. Bu sayede hiçbir canlıda olmayan bir konum kazandı ve doğa içinde yeni bir doğa yarattı. İnsanın varlığını koruyabilmesi ve yaşamını sürdürmesi için o güne dek olmayan, hiçbir canlıda gelişmeyen bir durum gelişti. Düşünce gücüyle buluşturulan toplumsallık, evrenin en gelişmiş ifade tarzı halini aldı. Yanı sıra; toplumsallığını sağlayan insan varlığını da güvenceye aldı.

Belli amaçlar doğrultusunda, ortak hareket tarzıyla bir araya gelen insanlar birlikten güç doğduğunu görerek toplumsallığı daha da geliştirdiler. Özcesi toplumsallık; insanın varlığını koruması ve yaşamını sürdürmesi durumudur. Bir anlamda insanın en temel öz savunması toplumsallığıdır. Toplumsal süreklilik sağlandığı oranda insan, insan olarak varolmaktan da bahsedebilir. İnsan açısından varoluş mücadelesi toplumsallıkla anlama kavuşur. Toplumsallık korunabildiği oranda yaşanılır, bir yaşam oluşturulabilir. Toplumsallığın gelişimiyle beraber insanın karşılaştığı yaşamsal sorunlar farklılaşmıştır. Özellikle hiyerarşik-devletçi sistemin ortaya çıkması ile birlikte toplumun yüzleşmek zorunda olduğu sorunlar da olabildiğine farklılaşmıştır. Öncesinde yoğunluklu olarak fiziksel saldırılar karşısında gelişen savunma durumu, zamanla gelişen sistem saldırılarıyla yeni bir boyut kazanmıştır. İlk toplumsallaşma süreçlerinde daha çok doğa koşullarından(yaşanan sel felaketleri, dondurucu soğuklar, kavurucu sıcaklar, depremler vb.) ve doğada yaşayan diğer canlılara av olmamak için savunmasını geliştirmekteydi. Ancak egemen sistemle beraber bu gerçeklikler birincil tehlike olmaktan çıkıp yerine kendi türünden korunma zorunluluğunu doğurmuştur. Hiyerarşik-devletçi sistemin yaydığı aç gözlülük, doyumsuzluk, hep daha fazlasına sahip olma arzusu ve bunun ürünü olan savaş, talan, yağma ve yıkım, toplumu tarih boyunca hiç karşılaşmadığı sorunlarla yüzleştirmiştir. Ahlaki ve politik olan toplum, en büyük saldırıları da bu alanda almıştır. Sistem kendisini yaydığı oranda ekonomik, kültürel, sosyal, tarihsel, sanatsal ve ideolojik saldırılarını da derinleştirmiştir. Günümüz kapitalist modernitesinde bu saldırılar zirve durumuna ulaşmıştır. Tarihin her döneminde amacı bir olan bu saldırılar, dönemlere göre araçlar değiştirerek bugüne kadar kendisini sürdürmüştür. Anı anına gelişen teknik, bugün itibariyle gençliğin toplumsallığından koparılması amacıyla kapitalist sistem tarafından en çok kullanılan araç konumundadır. Özünde toplumsal olan ama egemen sistem tarafından özü çarpıtılan teknik, gençliği yok olmaya doğru sürüklemektedir. Özellikle bilgi ve iletişim teknolojisi gençliği toplumsallıktan, yaşamsal sorunlardan ve bu sorunlar karşısında çözüm gücü olma özelliğinden kopararak sistemin en temel besleyeni haline getirmektedir. Kırsal alanlardan, köy yaşamından koparılan bir gençlik gerçekliği var karşımızda. Her şey tekniki ele alınıp gençler robotlaştırılmış durumdadır. Bir dönem elleri ayakları prangalara vurulup pazarlarda köle olarak satılan gençlik, bugün şehirlere çekilerek ‘Gönüllü kölelik’ statüsünde işçi-işsiz yığınları halinde sistemin avucuna bakar hale getirilmiştir. Moda sektörü yoluyla gençler doyumsuz hale getirilerek, kapitalist sistemin oluşturduğu pazarların baş tüketici unsuru kılınmıştır.

Related Articles

Close