GenelÖnderlik Değerlendirmeleri

15 Ağustos Atılımı yeni bir yaşam yeniden doğuş ve diriliştir (2)

12 Eylül’ün hikayesini katliamlarıyla, işkenceleriyle ve halen süren savaşıyla bilirsiniz. Buna karşı büyük direndik. Yurtdışına zamanında bir çıkış vardır. Çok insanımız yurtdışına çıkar, biz de çıktık. Akıllı ve yerinde davranarak, en az imkanla dayanma, mevzi tutma ve en kısa zamanda ülkeye tekrar dönüş yapma temelinde çıktık. Bu çıkış ve bu dönüş tarihte emsalsizdir. Büyük devrimlere has bir çıkış ve giriştir. İslamiyet’in hicreti gibi, İslamiyet’in Mekke fethi gibidir. Büyük devrimler, büyük yürüyüşler vardır, bu da onlara benzer büyük bir yürüyüştür. 15 Ağustos Atılımı, ondan öncesi ve sonrası, Mao’nun Çin’de uzun yürüyüşüne, Fransız Devrimi’ne, Büyük Rus Devrimi’ne benzer çabalarla yüklüdür.

Bir hicret yapıyoruz, çok kısa bir dönemde bunu dönüşe çeviriyoruz. Bu ülke, özgürlük ve kazanma tutkusuyla dopdolu bir dönüştür, büyük fetih ruhuyla dolu bir dönüştür. Başlangıçta kimse bunu fark etmiyor. Bizim çıkışımız da Mekke’den topluca çıkış gibiydi. Türk devleti uykudayken çıkmıştık. Girerken de gerilla birliklerimiz Bedir Savaşı’ndaki vuruş gibi bir vuruşla giriyorlar. Bunlar tarihi örneklerdir ve biz onlara benzeriz.

Sizlerle 15 Ağustos Atılımı’nın anlamını tartışıyoruz. Bu halk bugün neden bu kadar birlik oluyor? Bu kadar işkenceye rağmen neden bu kadar dayanıyor ve her geçen gün daha da büyüyor? Bunun tek bir izahı vardır: Halk için her şey olduğu, yaşamın kendisi olduğu, hatta yaşamdan daha değerli bir adım ve üstün bir yaşam olduğu için, 15 Ağustos Atılımı bu kadar birleştirdi. Halkı bu kadar ayağa kaldırdı ve bütün dünyaya karşı bu kadar ayakta tutabiliyor. Haklılık, azim ve insanın yeteneklerini tümüyle yaptığı işe koşması bu eylemde o kadar güçlüydü ki, sonuçta bütün dünya da karşı çıksa, Türk ordusu her şeyini kuşanıp üzerine de gelse, içten ihanet ne kadar dayatılsa da başarısı kaçınılmaz oldu. Çünkü haklılık vardır, büyük irade vardır.

Bütün dünya üzerimize geldi. Yenildik mi? İhanet bu kadar arkadan vurdu, zayıflıklar bu kadar içten çürütmek istedi. Düşürebildiler mi? Hayır! Bugün çok sağlam ayaktayız. Daha fazla kazanmanın bütün imkanları mevcuttur. En büyük ders, kazanabilme dersidir. Bir ders eğer iyi kavranır ve yaşamın en yücesini kazandırırsa, ondan daha büyük ders olmaz. O ders bin kez kazandırabilir. Biz bu dersi veriyoruz ve bu dersi hepinize öneriyorum. Yoklardan, hiç birinizin iğne ucu kadar da olsa başarı imkanı görmediği durumlardan bu güne nasıl geldik? Bu, ancak kazanma dersiyle izah edilebilir. Kazanmasını bilin!

Yaşamımız ve tarzımız kazanma tarzıydı. Yürüyüşümüz, kendimizi veriş tarzımız, sözümüz ve adımımız doğruydu. Kazanma dersleriyle doluydu. Oligarşik rejim sürekli kaybediyor. Bugün dünyaya bakın, Amerika’ya bakın, Almanya’ya bakın, arkasındaki bütün Avrupa’ya, Rusya’ya bakın. Ulaşabildiği ne kadar güç varsa hepsi arkasındadır, fakat yine de kaybediyor. Denemediği teknik silah yoktur. Bizim dersimiz kazanma dersi, onun dersi kaybetme dersidir. Bunu bileceksiniz.

15 Ağustos Atılımı’nın kazanma dersinin ruhu nedir? Çalışma tarzı, vuruş tarzı, hızı nedir? Bunların hepsi kazanma dersi içindedir. Böyle büyük düşünülür, ruh böyle duyar, dil böyle konuşur ve adımlar böyle hızlı atılır. Eğer bunları iyi bilip uygularsanız, hiç kimse önümüzde duramaz. Hiçbir engel de başarımızı önleyemez. Bunlar güzel kazanmalardır. “İnsanım, bana da biraz ülke, bana da biraz daha güzel bir yaşam gerekli” diyorsunuz, o halde onu bu doğru kazanma dersleriyle elde edin. Madem bu kadar yaşam istiyorsunuz, madem “bu kadar güzellik bize de özgü olsun” diyorsunuz, o zaman kendinizi doğru verin.

Hiç şüphesiz bu savaş yalnız yıkmak için, bir intikam için değildir, yaşamın en güzel yerinden yakalanması içindir. Çok çirkinleştirilen ülkeyi, halkı ve insanı güzelleştirmek için, yaşamı yaşanılır kılmak içindir. Biz aptal değiliz, kendimizi bu kadar amansız olarak boşuna vermiyoruz. Ne parti, ne halkımız, ne dostlar, ne de düşman bizi yanlış tanımasın. Biz de ne kadar doğru tanırsak, o kadar doğru hareket ederiz. Bunun da herkese yararı vardır. Başta siz halkımız doğru tanımak durumundasınız. Küçük değerler uğruna büyük savaş veriyorsunuz, çok acılar çekiyorsunuz. Bir çoluk çocuk için, bir parça tarla için, bir odacık için girmediğiniz zorluk yoktur. Ama büyük ülke kazanma, büyük özgürlüğü kazanma, halkın büyük birliğini ve evini kurma, onun büyük yaşam güzelliğini kurma, herhalde her bireyin amacının gerçekleşmesinin tek doğru yoludur. Bu savaş bütün bunları açığa çıkardı, bilincimizi ayağa kaldırdı, kişiliğimizi doğrulttu, ruhumuzu genişletti, bizi birleştirdi. Yaşamak için başka türlüsü mümkün mü?

15 Ağustos Atılımı’nı ve ondan öncesini başka türlü tanımlayamayız. Ne mutlu ki, biz bu adımı başarıyla attık diyoruz. Bugün ne kadar dayanılabilir ve en önemlisi de nasıl gelişilebilir diye bana sorarsanız, ben saatleri ve günleri saydım. Kolay değildir. Bütün Kürt isyanlarına bakın, on binlerce kitleyle ayağa kalkan bir isyan ilk haftada çözülüyor. Bedirxan Bey’in isyanı on beş binlik ordusuyla üç günde çözülmüştür. Şeyh Sait’in on binlerinin ayağa kalkışının çözülüşü ilk hafta içindedir. Seyit Rıza’nın etrafı kuşatılmıştır. Barzani’nin yirmi dört saat bağımsız direnme gücü yoktur. Bütün bunlar gerçektir.

Bizimkiler sıfır ile başlıyor ve her geçen gün dalga dalga büyüyor. Bugün Türk ordusu Kürdistan dağlarından çıkarılmıştır, bitiktir. Bombalamadığı yer, denemediği silah kalmadı. Her dağa tırmandı, ama başaramadı. Yalnız silahla mı bu durumu yarattık? Hayır! Yalnız silahla mı bu duruma geldik? Hayır! Silah Türk ordusunda bin kat daha fazlaydı. Yalnız sayı ile mi hallettik? Hayır! Dağda kalmakla mı yaşadık? Hayır! Bunun altında birçok şey vardır. Her şeyden önce özgür insan ruhu, sabır, inat, haklılık ve yaşama tutkusu vardır; savaşın ölüm kalım savaşı olduğunu bilme vardır, tarz ve taktik vardır. Bütün bunlar bu savaşı biraz kazandırıyor. Oligarşik rejimi ummadığı bir durumla karşı karşıya bırakıyor.

Oligarşik rejim daha bugüne kadar inanamıyor: “Nasıl ayakta kalıyorlar, ben ilk günde niye vuramadım” diye kendisine her gün soruyor. “1980’de niye vuramadım, 1985’te, 1990’da niye temizleyemedim?” diye kendini sorguluyor ve henüz gerçeği kavrayamamıştır. Süleyman Demirel, “bu PKK’yi iyi anlamalıyız” diyor. Demek ki halen anlayamamıştır. O anlamaya çalışsın. Buna ömrü yeter mi? Türk devleti bizi niye tanımıyor? O ne ülkemizi tanıdı, ne de insanımızı. Dolayısıyla bizi de tanıyamaz. Onun tanıması yok etmedir, ‘sen yoksun’ demektir. Bu şimdi ona pahalıya patlıyor.

Biz kendimizi de düşmanımızı da tanıyoruz ve onun için kazanıyoruz. Zayıflığımızı, güçlülüğümüzü, haklı yönleriyle kendimizi, haksız yönleriyle de düşmanı ne kadar tanırsak, bu bizi yaşama ve yüce bir savaşıma doğru çeker. Biz bıkmadan usanmadan bunun savaşımını verdik ve bu da kazanmaya yol açtı.

Önder APO

Related Articles

Close