Genel

4 Nisan Ve Tanrıçaların Dönüşü

Nisan ayı bahar mevsiminin en coşkulu, heyecanlı zamanıdır. Şubatın soğuk, zalim zamanı Newroz’a yenik düşünce, güneşin sıcak, yağmurların bereketli yağışları ile birlikte yeryüzü yıkanır ve parıldar. Tüm zorluklarına rağmen yeryüzünde yemyeşil bir örtü belirir. Ağaçlar hüznü ve yalnızlığı bırakarak neşeyle umut verirler dallarına. Ilık rüzgârlarla birlikte patlayan ağaç tomurcukları ile birlikte kuşlar, böcekler, insanı bir hoş eden kokular yayılıverir. Doğayı bir renk ve koku cümbüşü sarar. Değişmeyen, dönüşmeyen, yeşermeyen hiçbir şey yok gibidir. Taşların rengi bile değişir. Suyun kokusu, berraklığı değişir. Soluduğumuz havada başka bir tat vardır, dolar insanın ciğerlerine.

Terk edilmiş gibi duran toprak, nasıl bir ana olduğunu bir kez daha hatırladır. Varoluşun bilinebilen ilk gününden beri olan ve hep aynı canlılığı, güzelliği, çekiciliği ile tanrıça bu ayda geri döner. Hem bilgedir hem bakire genç kadın. Asıl Nisan’da anlar insan baharda olduğunu. Ve işte Nisan ayının ilk haftası özgür kadınlar için yenilenmenin, yaşamın kökünden dallarına yürüyen özsuyunun, umudun ve özgürlüğün inadına doğuşuna tekabül eder. 4 Nisan’da gerçekleşen bunun tezahürüdür, sembolüdür, yaşamın unutturulmaya çalışılan ama insanlık tarihi boyunca bunun savaşını veren egemenlerin yenildikleri bir ritüelin gerçekleşmesidir. Tüm insanoğulları unutsa ve kadınların gözleri bağlanmış olsa bile yaşamın var olmak için tekrar ettiği bir ibadettir.  Hatırlanacak bir an ve görecek gözler olduğu müddetçe umut her bahar insanlığa yeniden çağrı yapacaktır. Unutkanlıklar yaşananların silinmesi değildir, yaşananlar farkında olmasak bile orada bir yerde durur, çağrılmayı bekler, anımsanmayı, yok olmaz. Bazen çok küçük bir çağrışım geriye getirir yaşananları. İnsanlığın hafızasında yaşayan demokratik Komünal yaşam, baharımızdır. 4 Nisan bir çağrışımdır, çağrıdır. 4 Nisan’da Önder APO’nun toplumsal doğa için gerçekleştirdiği baharlaşmayı selamlıyor, kadınların zamanını müjdeleyen doğum gününü özlemle, sevgiyle kutluyorum.

Bu yolda irade ve aşkı kanat yapmış bir özgürlük atı eşlik edecek

Önderlik gerçekliğini anlamak Ortadoğu’da bin yıllardır süren hakikat arayışçılığına benzer bir arayışı gerektiriyor. Bu arayışın kendisi bir yol. Bu yolun yolcusu olmanın herkesin harcı olmadığı konusunda Önder APO uyarılar yapıyor. Basit hevesleri olanların, maddiyat düşkülerinin, güdülerinin esiri olanlarının bu yolda yürüyemeyeceklerini, sıkılacaklarını, düşeceklerini, aldanacaklarını belirtiyor. Bu yolun yolcularının bilinç ve inançla donanmış olmalarını ise tembihliyor. Önderliğimizin doğum günü vesilesiyle Önderlik gerçekliğinde kadın ile ilişkilerini anlamaya çalışırken uyarı ve önerileri akılda tutmak gerekiyor.

Önderlik gerçekliği özgürce yürüyüşü gerektiren bir yol. Yola çıkarken atılan ilk adım nasıl özgürlük adımıysa yürüdükçe özgürleştiren bir özelliğe sahip. Tüm yasakları, tabuları, putları devire devire bireyin kendi içinde yürüdüğü bu yol tarihin tüm süreçlerini kendi içinde yaşandığı içsel bir yolculuk anlamını taşıyor. Evrenin özeti insan kendisini tanımayı ancak bu sınavlardan geçerek başarabilecek. Bu yolda irade ve aşkı kanat yapmış bir özgürlük atı eşlik edecek.  Modernitenin araçları bu kıldan ince kılıçtan keskin yolda işlemeyecek. Gönül gözü pusula olacak. Sevgisiz, aşksız bu yolda yürünemeyecek.

Kendisini Kürt toplumunun en zayıf toplumsal yapısının içerisinden çıkararak yaratan Önderlik gerçekliği bu yolun yaratıcısıdır. İnsanın kendi gerçekliğini, anlamını, var olma nedenini yitirmesi karanlık bir ormanda kaybolmaya benzer. Başlangıçta böyle değildi. Doğa ve insan bir bütün, kadın ve erkek var oluşun en muhteşem ikilisiydi. Toplumsal hakikat yitiminin yaratıcısı ‘O’ değil. İnsanı, kadını, toplumu bu kadar karmaşık, bilinmez, ne yaptığının, ne olduğunun, yaşamın ve yaşamasının cevabı olan anlamın kaybını yaratan kesinlikle ‘O’ değil. Önderlik gerçekliği bu hakikat yitiminin farkına vararak özgürlük yolunu açan, bu yolda ilk önce her türlü tehlikeyle kendisi yüzleşen, insanın neden var olduğunun sorusuna anlamlı yanıtlar üreterek yol için yoldaş yaratan ve yolun ucundaki yaşamı hayalleriyle yaratan bir gerçekliktir.

Kadınla hakikat ilişkisine dair

Önder APO’nun kadınla serüveni ancak hakikat ilişkisi ile açıklanabilir. Bunun dışındaki yorumların ne kadar duygu yüklü yönleri olsa da bilimsel-felsefik yönü zayıf ve etkisiz olur. Sadece bir yürekten gelen, duygu dolu bir istek değildir ulaşılan cevaplar. Kadının ezilmişliğinden duyulan acıya verilen yanıtta değildir sadece. Burada acıma vardır ki Önderlik ile kadın ilişkisi bunu çok çok aşan bir gerçekliktir. Acıma gibi aşağılayan bir duyguya yer yoktur. ‘Kadın eziliyordu Önderlik buna cevap buldu’ demek çok yavan kalıyor. Birçoğu sağımızda solumuzda kadınla ilişkisini bu söylemler altında tanımlamaya çalışırken ne kadar da anlam zayıflığı yaşadıklarının farkında bile olmuyor.

Kadının korkunç bir yaşam-ölüm zinciri altında tutulduğu, erkek egemenlikli bir dünyada kafes altına alındığı, muhtaç kılındığı, nesneleşerek insan olmanın ilk özelliği olan düşünceli varlık olma niteliğinin yok sayıldığı bir dünyada yaşadığımız doğrudur. Kadın olmak aşağılanmak için yeterliymiş gibi bir algının yaratıldığı, her gün aldatılan, her an kendisine ihanet edilen, hep ağlatılan bir yaşam kadına layık görülen. Bu acınacak bir hal elbette. Acıtan aşağılayan bir gerçeklik. Buna gerçekliği kendisine dayanak yapan anlayışlarla kadını koruma adına yürütülen söylem kadının gücünü ve özne olma gerçekliğini yadsıyarak kendisine yeni egemenlik alanları yaratıyor. Bahşedilen bir alan, bahşedilen yeni bir kafes çağrışımını içinde taşıyor. Önder APO’nun kadına dayatılan bu yaşam gerçekliği karşısında büyük öfke duyduğu, bunu çirkin bulduğu açıktır. Fakat bunu kadının gerçekliği olarak kabul etmediği, bu durumdan erkeği, erkek egemenlikli sistemi sorumlu tuttuğu da bilinen bir doğrudur. Bu anlamda bin yıllardır yalan, hile, baskı ve zor ile oynanan bu oyuna özgür bir kişilik olarak çocukluğundan itibaren katılmamış, kavga etmekten çekinmemiştir. Belirtmek istediğim şudur ki burada kadına acıma değil gerçek, hakiki kadını arama daha belirgin bir durumdur.

Önderliğimizin Ş. Nuda arkadaşla yaptığı bir diyalog belki bize bir ipucu verebilir. Kendisini tanımlamasını isteyen Önderliğe Nuda arkadaş ‘Önderlik bize balık tutup vermedi, balık tutmayı öğretti’ demişti. Bu tanımlama Önderliğin çok hoşuna gitmiş ve onaylamıştı. Özcesi kadını muhtaç olan, erkeğin eline bakan, zayıflığını kabul eden bir yaklaşım yoktur. Kadın zayıflık değil güç kaynağı olarak görülmüş, kadındaki farklılığı bir çekim merkezi olarak görmüş, bakış açısının duygu yüklü ve yalansız olduğu keşfedilmiştir. Kadınla ilişki bu duygu ve düşünceler temelinde ele alınmıştır.

Önderliğimizin kadını başat bir konumda ele almasının en önemli nedeni tarihsel toplum içindeki yerini belirlemesi ile ilgilidir. Toplumla, toplumun dinamikleriyle, gelişim yasalarıyla ilgilenen bir Önderliğin bu arayışlarında kadın gerçekliği ile yüzleşmemesi düşünülemezdi. Hele hele varlığı yadsınan, yok sayılan, kadın gibi nesneleştirilerek varlığı her türlü uygulamaya açık hale getirilen bir halk gerçekliği adına özgürlük yürüyüşüne başlanmış olması yaşam adına ne varsa sorgulanmasına yol açmıştır. Kapitalist modernite zamanında toplum yaşamının karşı karşıya kaldığı saldırılar ile birlikte yok edilmek istenen Kürt kültürünün savunulması toplumsal yaşamın doğruya yakın tanımlaması ile gerçekleşebilir olmuştur. Kadın gerçekliği ile tanışma böyle bir süreç içinde olmuştur. Elbette onun öncesi de vardır. Öncesi sezgiler ve ilgilerdir…

Sezgiler ve ilgiler

Önderliğin kendi varlığını tanımlamaya çalıştığı çocukluk arayış ve eğilimleri bu yönlüdür. Çevresindeki kadın imgelerine yaklaşımda bunu çözümlemek zor değil. Ki bu konuda kendisi kapsamlı değerlendirmeler yapmıştır. Üveyş Ana ile ilişkisi, köydeki kız çocukları ile oyunları hep eşit ve özgürcedir. Var olan yaşam biçimindeki yanlışlığı sezme, katılmama, reddetme vardır. Ninesinin ‘sana kimse kız vermez’ demesi de yaklaşımındaki bu farklılığın anlaşılmasıyla ilgili bir durumdur. Bu dönem için çok bilinçli bir tercihten bahsedilemezse de çocukluk duyguların doğruya daha yakın olduğu, kirletilmemiş, teslim alınmamış yönlerinin yoğun olduğu bilinmektedir. Bu dönemdeki tercihler kendi duygu ve hayallerine bağlı kalmakta ısrar olarak değerlendirilebilir. Ruhunu teslim etmemek çocukluk sezilerinin giderek bir çizgiye dönüşmesi yaşanmıştır. Birçoğumuzda çocukluk duyguları çocukça şeyler görülerek yenik düşürülmüş, boşlukta bir ses, uzakta bir anı, anımsanan ve gülüp geçilen duyumsamalara dönüşmüştür. Önderliğimizde ise farkına vardığı toplumsal gerçekliğe bağlılık ve onun gereklerini yerine getirme vardır. Bu dönemdeki ilgi ve tepkilerini bir çocuk duyarlılığı ile dile getirmesi, yaşaması ve yaşatması tüm kadınların duyumsadığı bir gerçekliktir. Her bahar coşku ile yeniden yeşillenen doğa gibi. Yenilenme, unutmama ve yeşerme…

Kadına ilginin çocukluk ilgileriyle sınırlı kalmadığı, gözlem ve yorumlama gücü çok yüksek olan Önderlik gerçekliğinde kadınla ilişki kurma arayışlarına dönüşmüştür. Bu arayışın yaşamın anlamına ilişkin arayışla bağı nettir. Kadınla eşit ve özgür bir düzeyde bağ kurma arayışı toplumsal hakikat yitimini yaşamış yaşam gerçekliği içerisinde muazzam bir mücadele deneyimine dönüşmüştür. Yitirilmiş vatan ve kimlik, yitirilen ülke ve özgürlük kaybedilen kadın gerçekliği ile özdeşleşmiştir. Bunda Kürt toplumunda kadının özgün yeri büyük rol oynamıştır. İçinde bulunduğumuz zamana gelinceye kadar her ne kadar birçok özgünlüğünü kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bulunsa da Kürt kültürünün ağırlıklı olarak kadın yaşam ve kültüründe varlığını koruması bir gerçektir. Uygarlığın erkek egemenlikli karakterinin farkına varma ile birlikte genelde kadını özelde ise Kürt kadınını güç kaynağı olarak görmek en önemli tarihsel gelişme olmuştur. Kadınla anlamlı yaşam arayışı kadın devrimini mayalamıştır. Dikkat edilirse Önderliğin Kesire ile olan ilişkisinde de bu arayışın izleri yoğundur. Kesire’nin Önderliğin özgürlük ilişkisine verdiği yanıtın olumsuz olması bu gerçekliği değiştirmez ya da farklılığını görmeyi engelleyemez. İlgi sıradan bir ilişki veya duygu arayışı değil toplumsal yaşamın nasılına ve yaşamın kadınla bağını doğru kurmaya yönelik mücadele istemi ile ilgilidir. Kesire’nin bu ilişkide geleneksel ölçüleri aşamadığı, Önderliğe bunu dayattığı, bir geleneksel erkek olarak görerek bunun üzerinden etkilemeye çalıştığı bilinmektedir. Tüm bu yönelimlere verilen karşılık Özgür kadın hareketinin gelişmesi olmuştur. ‘On yıllık bir mücadelenin sonucu  ‘kadınsız yaşanmaz ancak bu kadınla da yaşam olmaz’  olmuştur.  Bu mücadele olmasaydı siz de olmazdınız.’

Buradan çıkan sonuç Önderliğin klasik erkeği öldürmesi ve verili kadın gerçekliğini reddetmesi olmuştur. Bu çizgi Kürdistan’da sosyal devrimin özüdür. Duygu savaşı… Büyük duygular bu mücadelenin sonucunda büyük düşünce ve projelere dönüşmüştür. İlgi ve sezgiler düşünce dehası ve bilgelikle tarihte şimdiye kadar görülmemiş bir kadın hareketi gerçekliğinin önünü açmıştır.

Ana hatlarıyla dikkat çekmeye çalıştığımız Önderliğin kadın ile ilişkisi kendi gerçekliğini yaratırken neden kadını başat bir öge olarak tercih ettiğine veri sunmak içindir. Özellikle üçüncü doğuş dönemi olarak ifade ettiği ve bunu demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma olarak tanımladığı döneme kadarki arayışlarına dikkat çekmek ve bu paradigmaya gelene kadar geçirdiği aşamaları ifadelendirmek içindir.

Üçüncü doğuş ve kadın…

‘Anlamını, hakikatini bilmeyen insanlık ya olamaz, ya da olursa en alçakçası, en barbarcası olur’ diyen Önderlik gerçekliğinde gerçekleşen savaşçılığı anlamadan kadının neden öncelik kazandığını anlamak da mümkün değildir. Toplumun doğasına yakınlaştıkça kadınla daha güçlü ve dengeli bir ilişkinin gündeme girdiği açıktır. Yeni özgür insan kimliğinde kadını merkezine almayan bir var oluş toplumsal doğaya yabancılaşmayı sürdürecek ve yaşam üzerinde kurulan büyük baskı ve sömürü çarkı devam edecektir. Önder APO, özgürlük ve kadın ilişkisini bu bağlamda tarihsel temelleri ile kurmuştur. Kendisinin de ifade ettiği gibi bu olmazsa Önderlik olmaz. Ana çocuk ilişkisine benzer bir simbiyotik ilişki kurulmuştur. Önderlik kadını, kadınla ilişki Önderliği şekillendirmiştir. Kadınla buluştukça dünyaya bakan farklı gözler, farklı duyumsayan yürekler, analitik zekânın felç etmediği duygusal bir zeka ile buluşma yaşanmıştır. Birbirini keşfetme ve güvenme denilen şey Önderlikte bu temelde gelişmiş ve kaybedilen bir yaşam gerçekliği gün yüzüne çıkmaya başlamıştır.

Önderliğin kadına öncelik ve öncülük rolünü vermesinin önemli bir nedeni de toplumun ve yaşamın tamamının kadın köleliğinin üzerinde inşa edildiğinin bilincidir. Tüm toplum kadın köleliği etrafında örülen bir egemenlik ve iktidar ağının içine düşürülmekte, kadın üzerinde çeşitli biçimlerde uygulanan ve derinleştirilen köleliğin tüm topluma kanser gibi bulaştırıldığının farkına varmak, kadın özgürlüğünü öne almaktadır. Kadın özgürleşmeden toplum özgürleşmez, erkek hiç özgürleşemez ilkesi etrafında özgün bir mücadele dönemi başlatılmıştır. Bu mücadelede Önderlik gerçekliği başta kendisini özgür kılacak bir mücadeleyi yürütmüş ve klasik erkeği öldürmüştür. Kapitalist dönemde kadının daha yoğun nesneleşmesini özgürlük adı altında modernitenin aracı haline getirilmesi erkek egemen toplumun giderek insani özelliklerini daha fazla kaybına yol açmıştır. Bu dengesizliği, kadının yaşamın öznesi haline gelmesi ile çözüm arayan Önderliğimiz sistemin yaşama saldırısına bu temelde yanıt oluşturmaktadır.

Elbette en önemli neden ise kadının toplumsallık içindeki yeri ile ilgilidir. İnsanın ancak toplumsallık süreci içerisinde insan olabildiği, toplumsuz bireyin en zayıf ve köle duruma düşürülmüştük gerçekliği Önderlikte toplumsal dinamiklerin bilimsel araştırma ve yorumlarına yöneltmiştir. Bu anlamda duygusal bir yönelimle değil bilimsel gelişmelerin ışığında kadının tarihsel toplum içindeki yeri belirlenmiştir. Önderliğin kadına verdiği başatlığın kaynağında bu vardır. Kadın doğası bireysel değil toplumcudur. Toplumsallık kadın etrafında oluşmuş ve insan türüne yaşam imkanı vermiştir. Dağıtılmış toplumsallığının peşine düşen ve onu bir araya getirmeyi hedefleyerek Kürdistan’da demokratik Komünal değerler etrafında ‘kendi toplumsallığım’ dediği PKK’yi oluştururken Önderliğimizin kadını bir çekim gücü olarak ele almaması düşünülemezdi. Bu anlamda Önderlik kendi gerçekliğini kadının gücüne dayandırmıştır.

Burada değerlendirilmesi gereken bir diğer husus var olan sistemin erkek egemen karakteriyle hesaplaşma olmaktadır. Bu sistem yani devletçi iktidarcı uygarlık sistemi bir halk olarak Kürtleri tarihte hiçbir halkın karşı karşıya kalmadığı kültürel soykırım politikalarıyla yok etme sürecine yönelmiştir. Sistemin erkek karakteri çok açıktır. Bu karakterden kopmadıkça ve buna karşı durmadıkça Kürtler adına özgür bir sistemin kurulamayacağı açık olduğu gibi çekilen acıların anlamlı bir karşılığının olmayacağı da anlaşılırdır. Bir halkın tüm fertlerini çeşitli şekillerde kültürel soykırım kıskacına alarak düşünsel, duygusal, fiziksel olarak duruma uğratan uygarlık sistemine eklemlenmek, onun bir parçası olacak olan başka bir sistem üretmek anlamlı olmasa gerek. Bu nedenle Önder APO’nun sistemden kopuşu, ona karşıtlığı ve mücadelesini kadın değerlerine, onun özüne dayanması sistemsel bir yaklaşım sonucudur. Kürt halkına yönelik uygulanan politikalar açısından belirtilebilecek bu hususlar tüm ezilenler, kadınlar ve insanlık açısından da çözüm üretmeyi hedefleyen bir devrimci düşünce ve eylem Önderi açısından aynı yaklaşımla ele alınmıştır. Bugün eğer dünyayı etkileyen bir paradigma gelişimine yol açılmış ve bunun pratikleştirilmesine yönelik atılan adımlar büyük etkilere yol açmışsa sistemsel yaklaşımla ilgilidir.

Yitik aşkın yaratılışı…

Önderliğin kadınla ilişkisini ve Önderlik gerçekliği üzerindeki etkilerini değerlendirme yapma arayışımızı bilimsel ve felsefik yönleri kadar duygu boyutuna ilişkin birkaç cümle kurmadan tamamlamak eksik olur. Önderlik gibi büyük duygularla yaşayan, duyarlılığı en üst düzeyde olan, kadınları bakışlarından, duruşlarından, ses tonlarından tanıyan, onların gelişimi için kendisini zor durumlarda bırakmaktan çekinmeyen bir gerçekleşme bunun için hislerini kadına yakınlaştırmış, derin bir empatiyle kadınların dünyasında gerçek bir arkadaş olmuştur. Önderlikle yaşayan her kadın hissedildiğinin, sevildiğinin, farkına varıldığının duygusunu yaşamıştır. Ve dahası Önderliği hiç görmemiş, sadece onun duygu ve düşüncelerini, varlığını anlamlandırmaya çalışan her yaştan kadınlarda kendisini anlayan, bilen, güveneceği bir gerçeklik olarak Önderlikle yaşamıştır. Bu sevgisiz olabilir mi? Böyle bir sevgi devrimi başka bir mücadele içerisinde yaşanmış mı?

Önderliğin kadına yaklaşımda büyük duygularla yaklaştığı ve özgür kadını açığa çıkarma mücadelesini verdiği biliniyor. Buna ‘en büyük tutkum’ diyor Önderlik. Tutku, iradeyi ve yargıları aşan güçlü coşku olarak tanımlanıyor. Önderliğin kadına yönelik tüm yargıları ve geleneksel toplumun iradesini kırdığı hepimizin ortaklaştığı bir konudur. Bu anlamda Önderliğin kendi duygularını yaratma mücadelesinde özgür kadını açığa çıkarma mücadelesi çok nettir. Özgür kadın sevilebilecek kadındır. Bunun için kadının kendi doğasını tanıması, gücünün farkına varması, eşit bir düzeye gelmesi sevginin yaratılışıdır. Eğer Aşk iki kanatlı bir kuşsa, göklere çıkma, yücelmeyse anlam olarak bu kuşun kırık kanadının güçlenerek havalanması gerekir. Heyecanlanmamak mümkün mü? Bu anlamda 4 Nisan yitirilmiş aşkın doğum günüdür. Tüm kadınlara kutlu olsun!

Helin ÜMİT

Related Articles

Bir yanıt yazın

Close