Genel
Büyük Komutan Ş. Baran Mawa Şırnak ve Nusaybin direnişini anlatıyor
Şırnak ve Nusaybin hem taktikte zirveleşmenin, hem de düşmana etkili darbe vurmanın en büyük zirvesini yaşadı. Evet bütün bir kış boyunca hareketimiz açısından çok zorlu bir süreç geçmiştir. Fakat Nusaybin ve Şırnak biraz daha böyle diyorlar ya yüreklere su serpmiştir. Yani hem düşmandan intikam almanın, düşmana büyük darbe vurmanın, şehir savaşında tecrübe kazanmanın, şehir savaşında zirveleşmenin yerleri oldular. Bu anlamda Nusaybin ile Şırnak aslında bu şehir savaşını özyönetim direnişlerini zirveye taşıdılar. Evet belki sonuç itibariyle bırakıldı, geri çekildi ama esas olarak Şırnak ve Nusaybin düşman açısından çok büyük darbe yediği yerler oldular. Belki hiçbir zaman bu kadarını tahmin etmiyordu. Hiçbir zaman bu kadarını beklemiyordu. Hiçbir zaman bir düzeye ulaşabileceğini tahmin etmiyordu ki zaten 15 Temmuz’u yaratan da aslında bu iki yerdir.
Türkiye’yi dağılışa götüren, türk ordusunu dağıtan bu iki yerin direnişiydi, zirveleşmesiydi. Nusaybin ve Şırnak’tan sonra türk ordusu savaşamayacağını anladı. Aslında Türk generalleri bunun karşısında direnemeyeceğini, kalamayacağını anladı. Bundan kaynaklı da aslında Türkiye de böyle bir şey oldu. Şu anda Türkiye’de çok ciddi bir ordu yok. Mesela ordunun üçte biri tasfiye edilmiş durumdadır. Türkiye’de yaklaşık 300 tane general var, 126 tanesi tutuklandı. Yani üçte birinden bile daha fazla ve bu generallerin hepsi bizim savaşımızda yer alanlar, bizimle savaşanlardı yani savaş tecrübesi olanlardı, Kürdistan’da kalanlardı. Geriye kalan ordu birlikleri ise çok fazla savaş tecrübesi olmayan, çok fazla Kürdistan da kalmayan, bizi tanımayan, bizimle savaşamayanlardır. Şu anda Türk ordusu ya da Türk hükümeti savaşıyorsa sadece teknikle savaşıyor. Karşımızda derli toplu, disiplinli bir ordu yok. Bunu dağıtan, parçalayan biraz Nusaybin ile Şırnak’tı. Baş edemeyeceğini orada anladılar. Evet, yani bir şehri yerle bir de etmiş olabilirler. Tarihin gördüğü en büyük saldırılarını bile gerçekleştirmiş olabilirler. Fakat nihayetinde sonuca baktığımızda karşımızda dağılmış bir türk ordusu var. Daha önce söylemiştik 24 Temmuz’da 14 Aralık arasında polisleri devreye koydular, çeteleri devreye koydular. AKP kendi ordusunu yaratarak bizim karşımıza dikti. Fakat bu çok kısa bir süre de iradesi kırılıp dağılınca yerine orduyu devreye koydu. Ama bu orduyla daha önce savaştığımız için bu orduyu tanıdığımız için bu ordunun karşımızda duramayacağını biliyordu ve nihayetinde böyle oldu. Nusaybin, Şırnak böyle tarihi bir sorumluluğu, böyle tarihi bir görevi yerine getirdiler.
Çok büyük kayıplar vermeden bunu başarabildiler. Mesela Şırnak’ta da aynı şekilde çok fazla yüklendiler. Şırnak’ta sadece ordu ve teknik de değil, aynı zamanda yerel işbirlikçileri de çok devreye koydular. Mesela o bölgenin o yörenin korucularını devreye koydular. Mecbur bıraktılar, zorladılar bunu yapmaya çalıştılar. Hatta Şırnak’ta devreye koyduğu korucuların bir çoğunu daha sonra da bilgi aldık, savaşa gönderirken mermi vermiyorlarmış koruculara. Özellikle onların ölmesini istiyorlar. Bizim tarafımızdan öldürülmeliler ki onlar bize kin beslesinler, öfke duysunlar ve savaşsınlar diye. Yani bunu da denediler. Yerel işbirlikçileri, korucuları, kontraları bize karşı kışkırtmak için ellerinden gelen herşeyi yaptılar. Zaten birçok kişiyi vurdular, yereldekileri. PKK yaptı deyip tekrardan bizimle savaştırmak için. Çünkü o bölgede bazı aşiretler, bazı işbirlikçiler yıllarca bizimle savaşmıştı. Örneğin Tahir Adıyaman gibi jirkilerin aşiret reisi Tahir Adıyaman gibi. Tahir Adıyaman’ı vurdular ve dediler PKK yapmış. Tekrardan jirkileri bizimle savaştırmak için, tekrardan jirkileri bu savaşa dahil etmek için yıllarca kontralık yapan, yıllarca devlete çalışan Tahir Adıyaman’ı da vurdular. Yine aynı şeyi Cizre’de de yaptılar. Mesela Kamil Atak’ın oğlunu vurdular. Yeniden bunları savaşa koymak için. Çünkü Türk Devleti anladı yani artık sadece kendi başına bu savaşı yürütemez. Eğer Kürtlerin yerel işbirlikçilerini devreye koymazsa bu savaşta fazla irade gösteremez. Aslında biraz tarihi tekerrür ettirmek istediler. Tıpkı Kürt isyanlarında olduğu gibi hep isyanı başka bir kürk aşireti ile bastırdılar. Yerel işbirlikçileriyle bastırdılar, bunu tekrardan yapmak istediler. Bizim mücadele tarihimizde de böyle örnekleri var. Tekrardan bu planları devreye koyarak bunu gerçekleştirmek istediler. Ama bunu da başaramadılar. Yani nihayetinde sonuç itibarıyla yenilmiş, prestiji kalmamış, prestiji yerle bir olmuş bir Türk ordusu var artık. Bunu başaran tek başına bu özyönetim direnişleri ve özellikle Şırnak ve Nusaybin’di. Bunu başaran Kürt gençliğiydi aslında. Yüzü bile bulmayan 60-70 tane Kürt genci bu kadar şeyi başarabildi. Yani öyle sanıldığı gibi Türk devleti istediği yere elini kolunu sallayarak girecek, öyle bir durum yok artık Kürdistan’da, bu eskidendi. Osmanlılar böyle yapabiliyordu. Belki Selçuklular da bir yere kadar öyle yapabiliyordu ama artık bir Kürt iradeleşmesi var, bir Kürt ordulaşması var, artık bir Kürt gücü var. Öyle elini kolunu sallaya sallaya Kürdistana giremez. Bunun bedelinin çok ağır olacağını gördüler. Bu yüzden aslında Kurdistan’dan umudunu kesti. Evet belki öz yönetimi kabul etmediler. Öz yönetime çok yoğunca saldırdılar ama aslında içten içe bunu kabul ettiler, Kürdistan’ın elden gittiğini anladılar. Yoksa elden gitmediğini anlasaydı ve gerçekten tekrardan alacağını düşünseydi bu şehirleri yerle bir etmezdi. Çünkü yenilmişlik psikolojisidir. Yenilmişlik psikolojisinde her zaman şu vardır. Bütün savaşlar da böyle olmuştur. Yenilen diyor ki benim olmazsa başkasına da ait olmasın deyip yakıyor. Birçok savaşta bunu görmüşüz. Bunun örnekleri vardır. Nusaybin ve Şırnak’ta yaşadıkları da tam bir yenilmişlik psikolojisidir. Bu şehirler artık bize mal olmaz, bize yar olmaz diyorlardı.
Nitekim öyledir zaten. Şırnak, Nusaybin bir kez daha bunu kanıtladı ki bu şehirler artık sömürgeciliğe yar olmaz, mal olmaz. Yıksa da, yerle bir de etse bitmiştir. Ne eskisi gibi polisi hareket edebilir rahat ne askeri rahat hareket edebilir, ne de kaymakamı gelip orada oturup şehri yönetebilir. Hiç kimse şunu düşünmesin tekrardan Nusaybin’de, Şırnak’ta, Cizre’de, Gever’de kaymakamlar gelecek, o şehri yönetecek, bunu kimse düşünmesin artık. Belediyelere belki şimdi kayyumlar atanıyor ama bu bile bir şeydir. Kaybettiğinin itirafıdır aslında. Bak biz oraları kaybetmişiz tekrardan zorla işte kayyımlar atayarak kendimize bağlamak istiyoruz diyorlar. Kayyumların amacı oydu, o dur. Ama ok yaydan çıkmıştır, zar atılmıştır, geri dönüşü yok artık. Öz yönetimler ilan edilmiş, Demokratik Özerklik’ler kurulmuş Kürdistan’da ve bunun geri dönüşü yok artık tarihe mal oldu artık bu süreç. Ne bizim açımızdan bir geri dönüşü var, ne de devlet açısından geri dönüşü var. Yani devletin eskisi gibi tekrardan Kürdistan’da sömürgeci bir güç olarak varlığını sürdürmesini hiç kimse hayal etmesin ve hiç kimse de beklemiyor artık. Sürekli şey diyorlar, duygusal kopmuş falan bahsediyorlar. Biz artık duygusal bir kopuştan da bahsetmiyoruz. Fiziki bir kopuş da gerçekleşmiştir.
Yani birisi zorlada bunu devam ettirmek isteyebilir ama bu zor nereye kadar olacak, nereye kadar bunu sürdürebilecek bunu sürdürmesi imkansızdır artık. Eninde sonunda bu kopuş gerçekleşecektir. Yani belki bu biraz daha savaşla olabilir, biraz daha mücadeleyle olabilir, biraz daha bedel vermek gerekir; ama bitmiştir.